Hoş geldiniz, Ziyaretçi
Lütfen Giriş yada Kayıt.    Kayıp Parola?

Müslümanın Uluhiyet Konusunda Akidesi
(1 inceleyen) (1) Ziyaretçi
Alta gitSayfa: 1
BAŞLIK: Müslümanın Uluhiyet Konusunda Akidesi
#23
Müslümanın Uluhiyet Konusunda Akidesi 14 Yıl, 8 Ay önce Karma: -10
AddThis Social Bookmark Button
MÜSLÜMANIN ULUHİYET KONUSUNDA AKİDESİ

Müslümanın uluhiyet konusundaki akidesi ise ; Kulların bütün ibadet-lerini yüce Allah’a takdim edip O’nu her konu da birlemek şeklindedir…. Buna ibadet tevhidi adı da verilir….. Buna göre basiretli bir müslümanın akidesi kesin olarak şu hususları ihtiva eder :

“ La ma’buda bi hakkin illallah “ Yani : Kendisinden başka hak ilah ve ma’bud yoktur. Hak ma’bud sadece Allah’dır….. O’nun dışındaki bütün mabudlar batıldır.

Yalnızca yüce Allah’a ibadet edilmelidir, O’na boyun eğilmelidir, mutlak olarak sadece O’na itaat olunmalıdır. Kim olursa olsun, hiçbir şey O’na ortak koşulmamalıdır…. Namaz, oruç, zekat, hac, dua, yardım dileme , adak, kurban , tevekkül, havf, recâ – yani korku ve ümit -, sevgi ve buna benzer zâhir ve bâtın ibadet türlerinden hiçbir şeyin O’ndan başkası için yapılmamasıdır.

Ve yine müslümanın akidesidir ki ; Allah’a, severek, korkarak ve ümit besleyerek ibadet edilir. Bunlardan bir bölümü ile O’na ibadet edip diğer bölümünü terk etmek sapıklıktır.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır : ” Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım bekleriz.”
Fatiha : 5

“ Kim Allah ile birlikte başka bir ilâha ibadet ederse, onun hesabı ancak Rabbinin katındadır. Kâfirler hiç şüphesiz kurtuluşa ere-mezler.”
Mu’minûn : 117

Değerli kardeşlerim ! Ulûhiyet tevhidi bütün Rasûllerin kendisine çağırdıkları bir tevhid dalıdır… Bununla beraber, önceki ümmetlerin helâkına sebep olan da bu tevhide muhalif hareket edilmesiydi.

Yani dinin başı, sonu, içi ve dışı ulûhiyet tevhididir. Rasûllerin ilk ve son çağrısı budur. Bunun için Rasûller gönderilmiş, Kitablar indirilmiş, cihad kılıçları bunun için çekilmiş; mü’minlerle kâfirler, cennet ehli ile cehennem ehli birbirinden bunun için ayrılmıştır.

İşte ; La ilahe illallah cümlesinin mana ve mahiyeti de budur.

Yüce Rabbimiz kerim kitabında şöyle buyurmaktadır : ” Senden önce gönderdiğimiz her peygambere ancak şunu vahyetmişizdir : Benden başka ilâh yoktur, o halde yalnız bana ibadet edin.”
Enbiyâ : 25

Yine yüce Allah şöyle buyurur : ” Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.”
Zâriyât : 56

Bildiğiniz gibi müşrikler bir ve tek ilaha ibadet etmiyorlardı. Onlar birden çok ilaha ibadet ediyorlar ve bunların kendilerini yüce Allah’a yakınlaştırdıklarını ileri sürüyorlardı…. Bununla birlikte bu uydurma ilah-ların fayda ve zarar vermediklerini de kabul ediyorlardı…. İşte bundan dolayıdır ki, yüce Allah rububiyet tevhidini kabul etmelerine rağmen onları mü’min olarak değerlendirmemiş, aksine ibadette başkalarını kendisine ortak koşmaları dolayısıyla onları müşrik olarak vasıflan-dırmıştır.

İşte bu noktada muvahhidin inancı,akidesi, başkalarının inancından ve akidesinden ayrılmaktadır.

Ona göre Allah’tan başkasına ibadet edilmez ve ibadet de hiçbir şeye bir pay bir nasip ayrılmaz…. Allah’tan başkası için namaz kılınmaz, Allah’tan başkasına secde edilmez, Allah’tan başkasına adakta bulu-nulmaz, Allah’tan başkasına tevekkül edilmez, Allah’tan başkasından istenmez ve Allah’tan başkasına yemin edilmez.

Şüphesiz ki uluhiyet tevhidinin gerçekleşmesi için, ibadetin yalnızca yüce Allah’a yapılmasını gerektirir. İbadet ise bilindiği gibi ; kalbin,dilin ve azaların sergilediği her şeyin adıdır.

Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır : ” De ki : Şüphesiz ki benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm, âlemlerin Rabbi olan Allah içindir. O’nun hiçbir ortağı yoktur. Ben bununla emrolundum ve ben müslümanların ilkiyim.”
En’âm : 162-163

Değerli kardeşlerim ! unutmayalım ki İbadet, yüce Allah için ve Rasû-lünün emrettiğine uygun olmalıdır.

Buna göre “ Allah’tan başka ilah yoktur ” ifadesinin gerçekleşmesi için, ibadetlerin sadece Allah takdim edilmesi ….. “ Muhammedun Rasûlullah ” şehadetinin gerçekleşmesi için de , o ibadetin resulullah s.a.v’in sünnetine uygun olması gerekir.

İşte sağlıklı akideye sahip olan kimseler,sadece yüce Allah’a ibadet eder ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Allah’tan başkasından dilekte bulunmazlar, onlar ancak Allah’tan yardım dilerler. Ancak yüce Allah’ın imdatlarına koşmasını isterler. Yalnızca yüce Allah’a tevekkül ederler. O’ndan başkasından korkmazlar. Yüce Allah’a salih ameller ile yakın-laşmaya çalışırlar.

Çünkü yüce yaratıcıları onlara : ” Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın.” Nisâ : 36 diye buyurmaktadır.


MÜSLÜMANIN MELEKLERE İMAN KONUSUNDA AKİDESİ

Meleklere iman konusunda müslümanın sahih akidesi ; herhangi bir şüphe ya da tereddüt sözkonusu olmaksızın kesin olarak onların var olduklarına inanması demektir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır :

“ O peygamber kendisine Rabbinden indirilene iman etti, mü’minler de. Onların herbiri Allah’a, O’nun meleklerine, kitablarına, peygam-berlerine iman ettiler.”
Bakara : 285

Meleklerin varlıklarını inkâr eden bir kimse kâfir olur. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır :

” Kim Allah’ı, meleklerini, kitablarını, peygamberlerini ve âhiret gününü inkâr ederse artık o hiç şüphesiz uzak bir sapıklığa düş-müştür.”
Nisa : 136

Müslümanın bu konudaki akidesi, meleklere icmalî ve tafsili olarak inanmaktır. Tafsilî olarak varlıklarına iman etmek ; Allah ve Rasûlünün ismen belirttiği vahiy ile görevli olan Cebrail, yağmur ile görevli olan Mikail, Sûr’a üfürmekle görevli olan İsrafil, ruhları kabzetmekle görevli olan ölüm meleği, cehennem ateşinin bekçisi Hâzin, cennetin bekçisi Rıdvân, kabir melekleri Münker ve Nekir melekleri gibi, isimleri zikredilen meleklerin olduğunu kabul etmek demektir.

Sahih akide sahibi bir Müslüman, bunların varlıklarına iman eder ve bunların manevi varlıklar olmayıp, Allah’ın nurdan yaratığı, semada meskun bulunan yarattıklarından bir yaratık türü olduklarına inanırlar.

Onların hilkatleri pek büyüktür. Onların kanatları vardır. Kimilerinin iki, kimilerinin üç, kimilerinin dört kanadı, kimilerinin de bundan da fazla kanadı vardır…Hatta Allah resulü s.a.v cibrilin 600 kanadından bah-seder.

Melekler, Allah’ın ordularından bir ordusudur. Bunlar şanı yüce Allah’ın izin vereceği zaman insan şekline girebilme gücüne sahibtirler.

Melekler, Allah’a yakınlaştırılmış ve Allah tarafından kerim kılınmış varlıklardır. Erkeklik, dişilik vasıfları yoktur, evlenmezler ve nesilleri çoğalmaz…. Yemezler, içmezler. Onların gıdaları tesbihtir, tehlildir. Bundan asla usanmaz ve buna ara vermezler, yorulmazlar, güzellik ve haya gibi vasıflara sahibtirler.

Melekler yüce Allah’a itaat ve O’na isyan etmeme fıtratı üzere yara-tılmışlardır…. Yüce Allah onlar hakkında şöyle buyurmaktadır :

” Rahman evlat edindi dediler. O bundan münezzehtir. Bilakis onlar mükerrem kullardır, sözleri ile O’nun önüne geçemezler. Onlar O’nun emri gereğince iş görürler. Allah onların önünde olanı da, arkalarında olanı da bilir. O’nun razı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler. O’nun korkusundan titrerler.”
Enbiya : 26 - 28

Melekler gece gündüz Allah’ı tesbih ederler. Semadaki Beyt-i Ma’mur’u tavaf ederler. Allah’tan korkarlar ve haşyet ile O’na ibadet ederler….

Değerli kardeşlerim ! Meleklerin pekçok çeşitleri vardır : Kimileri arşı taşımakla, kimileri vahiy ile, kimileri dağlar ile görevlidirler. Kimileri cennetin, kimileri cehennem ateşinin bekçiliğini yaparlar…. Kimileri kulların amelini tesbit etmekle, kimileri ruhları almakla, kimileri de kula kabirde soru sormakla görevlidirler.

Onlardan mü’minlere mağfiret dileyen, onlara dua eden, mü’minleri seven kimseler olduğu gibi, ilim meclislerinde bir araya gelip Allah’ı anan topluluklara kanat gerenleri de vardır.

Kimileri insanla beraber olur ve ondan ayrılmazlar, kimileri kulları hayırlı işler yapmaya çağırır, kimileri salih kimselerin cenazelerine katılır, kimileri de mü’minlerin yanında Allah’ın düşmanları ile cihad ederler…

Kimileri Salih kimseleri korumakla ve onların sıkıntılarını gidermekle görevlidirler. Kimileri kâfirleri lanetlemek ve onların üzerlerine azab indir-mekle görevlidirler.

Melekler , köpek ve suret bulunan yerlere girmez ve Ademoğullarının rahatsız olduğu şeylerden onlar da rahatsız olurlar.

Değerli Müslümanlar ! Melekler pekçoktur, onların sayılarını yüce Allah’tan başka hiç kimse bilemez. Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır :

” Rabbinin ordularını O’ndan başka kimse bilemez …… “
Müddessir : 31

Yüce Allah onları görmemizi engellemiştir. O bakımdan bizler onları asıl yaratıldıkları şekilde göremeyiz. Şu kadar var ki bazı kullarına üzerlerindeki perdeyi kaldırıp, onları göstermiştir. Nitekim Peygamber s.a.v, Cibril a.s’ı iki defa yüce Allah’ın kendisini yaratmış olduğu asli suretiyle görmüştür. Yüce Rabbimiz bu konuda şöyle buyurmaktadır :

” Arkadaşınız bir deli değildir. Andolsun ki o kendisini apaçık ufukta görmüştür.”
Tekvîr : 22-23

MÜSLÜMANIN KİTAPLARA İMAN KONUSUNDA AKİDESİ

Sahih akide sahibi Müslümanların inançlarından biri de ; yüce Allah’ın emir, yasak, vaad ve tehditlerini, ihtiva eden ve içerisinde hidayet ve nur bulunan bir takım kitap ve sahifeleri resullerine indirdiğine iman ederler.

Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır :

“ O peygamber kendisine Rabbinden indirilene iman etti, mü’minler de. Onların herbiri Allah’a, O’nun meleklerine, kitablarına, peygam-berlerine iman ettiler ”
Bakara : 28

Allah’u Azze ve celel o kitap ve sahifeleri rasûllerine indirdi ki, kulları onlarla hidayet bulsunlar ve doğru yola gelsinler.

İşte yüce Allah şöyle buyurmaktadır :

“ Elif. Lâm. Râ. Bu, insanları Rablerinin izniyle karanlıklardan nura, yegane galib, hamde layık olan Allah’ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitabtır.”
İbrahim : 1

Bu kitablar Kur’ân, Tevrat, İncil, Zebur, İbrahim ve Musa’ya verilen sahifelerdir. Bunların en büyükleri Tevrat, İncil ve Kur’ân’dır. Üçünün en büyüğü, en faziletlisi ve onların neshedicisi ise Kur’ân-ı Kerîm’dir.

Kur’ân dışındaki diğer kitabları yüce Allah indirdiğinde onları korumayı tekeffül etmemiştir. Onları korumayı insanlardan istemiştir. Fakat onlar bu kitabları koruyamamışlardır.. O bakımdan bu kitablarda birtakım değişiklikler ve tahrifler söz konusu olmuştur.

Kur’ân-ı Kerîm alemlerin Rabbinin kelâmı, O’nun apaçık kitabı, O’nun sapasağlam ipidir. Allah onu, Rasûlü Abdullah’ın oğlu Muhammed s.a.v’e ümmete bir anayasa olsun, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarsın, diye indirmiştir.

Yüce Allah bu kitabta öncekilerin ve sonrakilerin haberlerini, göklerin ve yerin yaratılışını açıkladığı gibi, helal ve haramı, edeb ve ahlakın esaslarını, ibadet ve muamelata dair hükümleri, peygamberlerin ve salih kişilerin yaşayışlarını, mü’minlerle kâfirlerin görecekleri karşılıkları ve ayrıyeten, mü’minlerin yurdu olan cennetin niteliklerini ve kâfirlerin yurdu olan cehennemin niteliklerini de belirtmiştir.

Allah’u Teala bu kitabı,insanların kalblerde bulunan hastalıklarına şifa, herşey için bir açıklama,mü’minler için bir hidayet ve bir rahmet kılmıştır.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır :

“ …. Sana bu kitabı, her şeyi açıklayan ve Müslümanlara yol gösterici bir rahmet ve müjde olarak indirdik ”
Nahl : 89

İşte bu bakımdan sağlam akideye sahip bir müslüman Kur’ân-ı Kerîm’in harf ve manalarıyla Allah’ın kelamı olduğuna, O’ndan gelip O’na döneceğine, Allah tarafından indirilmiş olup, mahluk olmadığına, gerçek anlamıyla Allah’ın kelamı olduğuna, onu Cebrail’e ilka ettiğine, Cebrail’in de bunu Muhammed s.a.v’e indirdiğine iman eder.

Ve yine bu kitabın, hikmeti sonsuz, herşeyden haberdar olan yüce Allah tarafından apaçık bir Arapça olarak indirildiğine de iman eder… Yüce Allah şöyle buyurmaktadır :

“ Muhakkak ki bu, âlemlerin Rabbinin indirmesidir. Onu Ruhu’l-Emin indirdi. Uyarıcılardan olasın diye senin kalbinin üzerine ; apaçık bir Arapça lisanı ile...”
Şuarâ : 192-195

Kur’ân-ı Kerîm, İslamın son Peygamberi Abdullah’ın oğlu Muhammed s.a.v’e indirilen en büyük ve ebedi bir mucizedir. Ve semavi kitabların sonuncusudur.

Bu kitab ne neshedilir, ne değiştirilir. Yüce Allah onu,her türlü tahrif, tebdil, fazlalık ya da eksikliğe karşı dünyadan kaldıracağı güne kadar korumayı üzerine almıştır.

İşte yüce Allah’ın bu konudaki teminatı : ” Şüphesiz Zikri biz indirdik ve onu koruyacak olan da elbette biziz.”
Hicr : 9

Kur’ân hakkındaki islamın oluşturduğu akide ; onun bir harfini dahi inkâr edenin yahut ona bir harf ilave edenin kâfir olacağıdır ..

Kur’ân-ı Kerîm, Rasûlullah s.a.v’e bir defada indirilmemiştir. Olaylara göre, yahut bazı sorulara cevab olmak üzere, ya da durumun gereğine uygun olarak 23 yıllık bir süre içerisinde kısım kısım indirilmiştir.

Kur’ân-ı Kerîmin bir kısmı Mekke’de, bir kısmı Medine’de indirilmiş olup toplam 114 sureyi ihtiva eder. Mekke’de indirilmiş surelere Mekkî Sureler, Medine’de indirilmiş surelere ise Medeni Sureler adı verilir.

Kur’ân-ı Kerîm, Peygamber s.a.v’in döneminde ve onun gözü önünde en seçkin vahiy katibleri tarafından yazılmıştır.

Ve daha sonra Ebu Bekr r.a döneminde mushaf olarak biraraya toplan-mıştır. Osman r.a döneminde ise tek bir imla şekli üzere yazılmıştır. Allah onların hepsinden razı olsun.

İslam akidesinde Kur’ân’ın öğrenilmesi, öğretilmesi ,ezberlenmesi en önemli ibadetler arasındadır.

Peygamberimiz s.a.v şöyle buyurmaktadır : “ Her kim Allah’ın kitabından bir harf okuyacak olursa, o kimseye onun karşılığında bir hasene vardır. Hasene ise on misli ile karşılık görür. Ben size “elif, lam, mim” bir harftir demiyorum. Elif bir harftir, lam bir harftir, mim de bir harftir.”
TİRMİZİ : 5.C.3074.N

İşte Allah’ın kitapları ve özellikle de Kur’anı kerim ile alakalı bir müslümanın akidesi bu şekilde olması gerekir.


MÜSLÜMANIN PEYGAMBERLERE İMAN KONUSUNDA AKİDESİ

Müslümanın peygamberlere iman hususundaki akidesi ise ; yüce Allah’ın kullarına müjdeciler ve uyarıcılar olmak üzere, insanları hidayete iletmek ve karanlıklardan çıkartıp, nur’a ulaştırmak için hak dine davet eden rasûller ve peygamberler gönderdiğine kesinlikle inanmalarıdır.

Onların davetleri toplumları şirk ve putperestlikten kurtarmak, bozulan akidelerini ve amellerini arındırmak içindi. Onlar üslendikleri görevlerini hakkıyla yerine getirdiler ve aldıkları vahyi olduğu gibi tebliğ ettiler.

Ümmetlerine samimiyetle öğüt verdiler. Allah yolunda gereği gibi cihad ettiler. Doğruluklarına kesin delil teşkil eden ve apaçık göz kamaştıran mucizelerle kavimlerine geldiler.

İşte onlardan bir tanesini olsun inkâr eden bir kimse, yüce Allah’ı ve bütün peygamberleri inkâr etmiş olur.

Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır :

” Şüphe yok ki Allah’ı ve peygamberini inkâr edenler,Allah’la pey-gamberlerinin arasını ayırmak isteyenler, kimine inanırız, kimini inkâr ederiz diyenler ve böylece bunun ikisi arasında bir yol tutmaya çalışanlar yok mu ; işte onlar gerçek kâfirlerin ta kendileri-dirler. Biz o kâfirlere alçaltıcı bir azab hazırlamışızdır. Allah ve peygamberlerine iman edip, onlardan birini diğerinden ayırmayan-lara ise – Allah – ecirlerini tam olarak verecektir. Allah bağışlayandır ve çok merhamet edendir.”
Nisa : 150-152

Yüce Allah o şerefli nebi ve rasûlleri göndermesindeki hikmeti de şöyle açıklamaktadır :

“ Onları Müjdeleyici ve korkutucu peygamberler olarak gönderdik ki, insanların peygamberler geldikten sonra Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah Azîzdir ve Hakîmdir.”
Nisa : 165

”Andolsun ki biz her ümmet arasında: Allah’a ibadet edin ve tağut’tan kaçının diye bir peygamber göndermişizdir.”
Nahl : 36

Yüce Allah, pek çok rasûl ve nebi göndermiştir. Bazılarının adlarını Kitabı’nda yahut Peygamberinin sünnetinde bizlere bildirmiş, bazılarının da bildirmemiştir :

Kur’ân-ı Kerîm’de isimleri zikredilen 25 rasûl ve peygamber vardır. Bunların isimleri şöyledir : Âdem, İdris, Nûh, Hûd, Sâlih, İbrahim, Lût, İsmail, İshâk, Yâ’kub, Yûsuf, Eyyûb, Şuayb, Musa, Harun, Zülkifl, Yunus, Dâvûd, Süleyman, İlyas, Elyesa’, Zekeriya, Yahya, İsa ve Muhammed. Esbat – yani Yakub a.s’ın oğulları - toplu olarak sözkonusu etmiştir. Allah’ın salat ve selamı hepsinin üzerine olsun.

Rabbimiz onların birçoğunun kıssasını kerim kitabında bizlere anlatmıştır.Yüce Allah şöyle buyurmaktadır :

” Andolsun ki Biz, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlar-dan kiminin kıssalarını sana anlattık, kiminin de kıssalarını sana anlatmadık... ”
Mu’min : 78

Yüce Allah kimi peygamber ve rasûlleri diğerlerine üstün kılmıştır. Ümmet icma ile rasûllerin nebilerden üstün olduğunu, bundan sonra da rasûllerin kendi aralarında fazilet farkının bulunduğunu, rasûl ve peygamberlerin en faziletlilerinin ulu’l- azm diye bilinen Muhammed, Nûh, İbrahim, Musa ve İsa -Allah’ın salat ve selamları hepsine olsun- olduğunu kabul etmişlerdir.

Ulu’l-azm diye bilinenlerin en faziletlileri ise İslam’ın peygamberi, peygamberlerin ve rasûllerin sonuncusu, âlemlerin Rabbinin son elçisi Abdullah oğlu Muhammed - Allah’ın salatı, selamı ona ve aile halkına olsun-dır. Şanı yüce Allah da şöyle buyurmaktadır :” Fakat o Allah’ın Rasûlü ve peygamberlerin sonuncusudur.” el-Ahzab, 33/40

Ehl-i sünnet ve’l-cemaat yüce Allah’ın ismen sözkonusu ettiklerine de, isimlerini zikretmediklerine de, ilkleri olan Âdem -aleyhisselam-’dan itibaren, sonları, sonuncuları, en faziletlileri olan Peygamberimiz Muhammed b. Abdillah’a kadar hepsine iman ederler.

Bütün rasûllere iman mücmel bir imandır. Peygamberimiz Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’a ise tafsili bir iman ile inanılır. Bu mü’minlerin onun getirmiş olduğu hükümlerde etraflı bir şekilde ona uymalarını gerektiren bir imandır.

Rasûlullah Muhammed -sallahu aleyhi ve sellem-:

Rasûlullah’ın künyesi Ebu’l-Kasım, adı Muhammed’dir. Geriye doğru sırasıyla atalarının adı şöyledir: Abdullah, Abdu’l-Muttalib, Haşim, Abdu Menaf, Kusayy, Kilâb, Murre, Kâ’b, Luey, Ğalib, Fihr, Malik, Nadr, Kinane, Huzeyme, Müdrike, İlyas, Mudar, Nizar, Maad ve Adnan. Adnan, Allah’ın peygamberi İbrahim el-Halil’in oğlu İsmail’in soyundan gelir.
Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- peygamberlerin (nebi’lerin) ve rasûllerin sonuncusudur. Allah’ın bütün insanlara gönderdiği rasûlüdür. O Allah’ın bir kuludur, ona ibadet edilmez. Yalanlanması asla sözkonusu olmayan bir rasûldür, o bütün yaratılmışların en hayırlısıdır. En faziletlisi ve Allah nezdinde en değerlileridir. Derecesi en yüksek, yüce Allah’a da en yakın olanlarıdır.

O hak ve hidayet ile insanlara da, cinlere de gönderilmiş bir pey-gamberdir. Allah onu âlemlere bir rahmet olmak üzere göndermiştir : “Biz seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik.”
el-Enbiyâ, 21/107

Ona kitabını indirmiş, dininin emini kılmış, risaletini tebliğ etmekle görevlendirmiştir. Bu risaleti tebliğ hususunda onu yanılmaktan, hataya düşmekten korumuştur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:”O, kendi hevâsından bir söz söylemez. O bildirilen bir vahiyden başkası değildir.”

en-Necm, 53/3-4

Onun risaletine iman edip nubuvvetine şehadet getirmedikçe, hiçbir kulun imanı sahih olamaz. Ona itaat eden cennete girer, ona karşı gelip isyan eden cehenneme girer. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır : “ Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.”

en-Nisâ, 4/65

Önceden herbir nebi (peygamber) özellikle kendi kavmine gönderilirken Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- bütün insanlığa peygamber olarak gönderilmiştir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Biz seni ancak bütün insanlar için müjdeleyici ve korkutucu olarak gönderdik.”
Sebe’, 34/28

Ehl-i sünnet ve’l-cemaat yüce Allah’ın peygamberini apaçık mucizelerle, göz kamaştırıcı belgelerle desteklemiş olduğuna da iman ederler: Bu mucizelerden biri ve en büyüğü ümmetlerin en fasahatlisi, en beliği ve söz söyleme gücü en yüksek olanlarına karşı Allah’ın kendisi ile meydan okuduğu Kur’ân-ı Kerîm’dir.

Yüce Allah’ın kendisi ile peygamberini desteklemiş olduğu Kur’ân’dan sonraki en büyük mucizelerden biri de İsrâ ve Mirac mucizesidir.

Ehl-i sünnet, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’in uyanıklık halinde iken ruh ve bedeni ile birlikte semaya yükseltildiğine iman ederler. Bu ise İsrâ gecesinde gerçekleşmişti. Geceleyin Mescid-i Haram’dan, Mescid-i Aksâ’ya götürüldüğü Kur’ân-ı Kerîm’in nassı ile açıkça belirtilmiştir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır :

“ Kulunu geceleyin, Mescid-i Haram’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren (Allah) münezzehtir. Ona âyetlerimizden bazısını gösterelim diye. Şüphesiz ki O işitendir, görendir.” el-İsrâ, 17/


Sonra Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- semaya yükseltilmiştir. Yedinci semaya kadar çıkmış, daha sonra da bundan öteye, şanı yüce Allah’ın dilediği yüksekliklere kadar çıkmıştır. Burası yanında Cennet-i Me’vâ’nın bulunduğu Sidre-i Müntehâ’dır.

Şanı yüce Allah ona verdiği vahiyler ile onu taltif etti, onunla konuştu. Gece ve gündüz boyunca kılınacak beş vakit namazı ona emretti. Cennete girdi, orayı gördü, cehennemi de gördü, melekleri de gördü. Cebrail’i de yüce Allah’ın yaratmış olduğu gerçek suretinde gördü. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın kalbi gördüklerini yalanlamadı, aksine başgözüyle gördüklerinin hepsi gerçeğin kendisi idi.

Bunlar Peygamber’e bir ta’zim, onu diğer peygamberlerden üstün bir şerefe nail etmek ve makamının herkesin makamının üstünde olduğunu açıkça ortaya koymak için olmuştur.
Sonra Beytu’l-Makdis’e indi ve diğer peygamberlere imam olarak namaz kıldırdı. Daha sonra da tan yeri ağarmadan önce Mekke’ye geri döndü.

Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır : “ Andolsun ki onu diğer bir iniş(in)de görmüştü. Sidretu’l-Müntehâ yanında, Cennetu’l-Me’vâda onun yanındadır. O vakit Sidre’yi bürüyen bürüyordu. Göz başka yöne kaymadı ve aşmadı da. Andolsun ki o, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını görmüştür.”
en-Necm, 53/13-18

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın diğer bazı mucizeleri :

Yüce Allah’ın peygamberine nubuvvetinin bir delili olmak üzere vermiş olduğu oldukça büyük mucizelerden birisi, İnşikak-ı Kamer (ay’ın yarılması) mucizesidir. Bu, müşrikler kendisinden bir mucize istemeleri üzerine Mekke’de gerçekleşmişti.

Yemeğin çoğaltılması. Bu da Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın defalarca gösterdiği bir mucizedir.

Suyu çoğaltmak ve parmakları arasından suyun fışkırması, yemeğin tesbih etmesi. Bunlar da Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın çokça görülen mucizelerindendir.
Hastaları iyileştirmek ve bazı ashab’ın maddî herhangi bir ilaç olmaksızın onun eli ile şifaya kavuşmaları.

Hayvanların ona karşı edebli ve saygılı davranmaları, ağaçların ona boyun eğmeleri, taşların ona selam vermeleri.

Peygambere hainlik eden ve ona karşı inatlaşan bazı kimselerden âcilen intikam alınması.
Gaybî hususları haber verdiği gibi, kendisinden uzak yerlerde meydana gelmiş birtakım olayları anında haber vermesi, henüz meydana gelmemiş birtakım olayları bildirmesi, daha sonradan da onun haber verdiği şekilde bu olayların gerçekleşmesi.Genel olarak duasının kabul edilmesi.



Yüce Allah’ın onu koruması ve düşmanlarının kendisine zarar vermesini önlemesi. Ebu Hureyre -radıyallahu anh-’den şöyle dediği rivayet edilmiştir:

Ebu Cehil: Muhammed sizin aranızda yüzünü toprağa koyuyor (secde ediyor) mu? diye sordu. Ona: Evet, denilince, şöyle dedi: Lat ve Uzza’ya yemin ederim, eğer onun böyle yaptığını görecek olursam, hiç şüphesiz ya onun boynuna basarım yahut onun yüzünü toprağa bularım. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın namaz kıldığı bir sırada o da çıkageldi, onun boynuna basmak istedi ise de onun aniden elleriyle kendisini korumaya çalışarak, arkasını dönüp kaçmakta olduğunu gördüler. Ona: Sana ne oluyor?

diye sorduklarında, şu cevabı verdi: Benimle onun arasında içi ateş dolu bir hendek ile çok dehşetli şeyler ve kanatlar vardı.

Bunun üzerine Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu: “Eğer bana yaklaşmış olsaydı, melekler onu parça parça alırlardı.” (Müslim

ÂHİRET GÜNÜNE İMAN

Ehl-i sünnet ve’l-cemaat âhiret gününe itikad eder ve inanırlar. Bunun anlamı da kıyamet gününe yüce Allah’ın kitabında, Rasûlünün de (sünnetinde) ölümden sonrasından itibaren cennetlikler cennete, cehennemlikler de cehenneme gireceği zamana kadar meydana gelecek şeylere dair vermiş oldukları haberlerin tümüne ve kıyamet gününe tam tasdik ve eksiksiz inanmaktır.

Yüce Allah, Kitab-ı Kerîm’inde âhiret gününü vurgulu bir şekilde çokça sözkonusu etmiş, her yerde onu dile getirmeye önem vermiş, herbir münasebetle ona dikkat çekmiş, gerçekleşeceğini kesin ifadelerle vurgulamış, onu çokça hatırlatmış, ahiret gününe iman ile Allah’a iman etmeyi birbirine bağlı olarak zikretmiştir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:”Onlar sana indirilene de senden önce indirilene de iman ederler. Onlar âhirete de şüphe etmeksizin inanırlar.” (el-Bakara, 2/4)

Ehl-i sünnet ve’l-cemaat kıyametin kopma zamanının Allah tarafından bilindiğine, Allah’tan başka kimsenin onu bilmediğine inanırlar. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:”Saatin (kıyametin ne zaman kopacağının) ilmi muhakkak Allah’ın indindedir.” (Lukman, 31/34)

Yüce Allah kıyametin kopuş zamanını kullarından saklı tutmuş olmakla birlikte kopmasının artık yaklaştığına delâlet eden birtakım emare, alâmet ve şartlar kılmıştır.
Ehl-i sünnet ve’l-cemaat ayrıca kıyametin kopacağının emareleri olan küçük ve büyük alametlerinin tümüne inanırlar. Çünkü bunlar da âhirete imanın kapsamı içerisindedirler.

Kıyametin Küçük Alâmetleri:

Bunlar kıyametten oldukça uzun zaman önce ortaya çıkan alâmetlerdir. Bunlar alışılagelen türden olurlar. Kimileri de büyük alâmetlerle birlikte de ortaya çıkabilir. Kıyametin küçük alâmetleri oldukça çoktur. Bunlardan sahih olarak bilgisi ulaşanların bir bölümünü hatırlatalım:

Peygamberimiz Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın gönderilmesi, onunla nübuvvet ve risaletin sona ermesi, vefat etmesi, Beytu’l-Makdis’in fethedilmesi, fitnelerin ortaya çıkması, yahudi ve hristiyanlar gibi geçmiş ümmetlerin izinden gidilmesi, deccallerin ve peygamberlik iddiasında bulunanların ortaya çıkması.

Rasûlullah, -sallallahu aleyhi ve sellem- hakkında hadis uydurulması, sünnetinin reddedilmesi, yalanın artması, haberlerin nakledilmesinde işin sağlam tutulmaması, ilmin kaldırılması ve küçük kimselerde ilim arama cihetine gidilmesi, cahillik ve fesadın ortaya çıkması, salihlerin gitmesi, İslam’ın ilmiklerinin tek tek çözülmesi, sair ümmetlerin Muhammed -sallahu aleyhi ve sellem-’ın aleyhine birbirlerini çağırmaları, sonra da İslam’ın ve müslümanların garib olmaları.

Öldürmenin çoğalması, belâ ve sıkıntıların çokluğundan ötürü ölümün temenni edilir hale gelmesi, kabirdekilere gıbta edilmesi, belaların şiddeti dolayısıyla kişinin ölmüş birisinin yerinde olmayı temenni etmesi, ani ölümlerin, zelzele ve hastalıklar dolayısıyla ölümlerin çoğalması, erkeklerin sayıca azalıp kadınların çoğalması, çıplakmış gibi giyinip çıkmaları, yollarda dahi zinanın yaygınlaşması, insanları sopalayan polis ve benzeri güçlerin zalimlere yardımcı olmaları.

Çalgıcılığın, içkinin, zinanın, faizin, ipek giyinmenin ortaya çıkması, bunların helal kabul edilmesi, yerin dibine geçen kara parçalarının, insanların suretlerinin değişmesinin ve iftiraların çıkması.

Emanete riayet edilmemesi, ehil olmayanların iş başına getirilmeleri, insanların ayak takımından olanlarının liderlik etmeleri, aşağılık kimselerin, hayırlı kimselerin üstüne çıkmaları, cariyenin efendisini doğurması, yüksek bina yapmakla yarışılması, mescidlerin süslü püslü olmasıyla insanların öğünmeleri, putlara ibadet edilinceye ve ümmet arasında şirk ortaya çıkıncaya kadar zamanın değişikliğe uğraması.

Yalnızca tanıdık kimselere selam verilmesi, ticaretin çoğalması, çarşıların birbirine çok yakın olması, insanların ellerinde pekçok malın bulunmasına rağmen şükredilmemesi, çokça cimrilik gösterilmesi, yalan şahitliğin çoğalması, hak şahitliğin gizlenmesi, hayasızlığın ortaya çıkması, düşmanlıkların, nefretleşmelerin, kin tutmaların, akrabalık bağının kesilmesinin ve kötü komşuluk ilişkisinin başgöstermesi.

Zamanın yakınlaşması, zamanın bereketinin azalması, hilallerin kalın gözükmesi, kapkaranlık gece parçaları gibi fitnelerin ortaya çıkması, insanların birbirine yabancılaşması, İslam’ın teşvik ettiği sünnetlere aldırış edilmemesi, yaşlıların gençlere benzemeye çalışması.

Yırtıcı hayvanların, cansız varlıkların insanlarla konuşması, altından bir dağ arkasında Fırat’ın suyunun çekilmesi, mü’minin gördüğü rüyanın doğru çıkması.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın Medine’si ise pislikleri dışarıya atan bir şehirdir. Orada yalnızca takva sahibi salih kimselerin kalması, Arab yarımadasının tekrar yemyeşil bahçelere ve ırmaklara dönüşmesi, insanların kendisine itaat edecekleri Kahtân kabilesinden bir kişinin ortaya çıkması.

Rumların çoğalması ve müslümanlarla savaşmaları, müslümanların taş ve ağaç: “Ey müslüman! İşte bir yahudi, gel onu öldür” diyecek şekilde yahudilerle savaşmaları (Buharî rivayet etmiştir.)

Kostantiniye (İstanbul) nasıl fethedildiyse, Roma da fethedilmedikçe kıyamet kopmayacaktır.

Ve daha başka sahih hadislerle sabit olmuş pekçok alâmet de vardır.

Kıyametin Büyük Alâmetleri:

Bunlar kıyametin yaklaştığının delilidirler. Bu alâmetler ortaya çıktığı takdirde kıyamet de onların akabinde olur. Ehl-i sünnet, Peygamber -sallahu aleyhi ve sellem-’den geldiği şekilde bu alâmetlere inanırlar. Bazıları:

Mehdi’nin ortaya çıkması, Mehdi’nin adı Muhammed b. Abdullah olup, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın Ehl-i beytindendir. O doğu tarafından ortaya çıkacak, yedi yıl hükümdarlık yapacaktır. Önceleri zulüm ve haksızlıkla dolup taşan yeryüzünü adaletle dolduracaktır. Ümmet onun döneminde hiçbir şekilde görmediği nimetlere kavuşacaktır. Yer bitkilerini, mahsullerini çıkartacak, sema yağmur yağdıracak, mal sayısız hesapsız olarak verilecektir.

Mesih, Deccalin ortaya çıkması, Meryem oğlu İsa Mesih -aleyhisselam-’ın Şam’ın doğu tarafında el-Menâretu’l-Beyda’nın yakınlarında inmesi, İsa Mesih, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın şeriatı ile hükmeden ve onunla amel eden birisi olarak inecektir, Deccal’i öldürecek ve yeryüzünde İslam ile hükmedecektir. O hak üzere savaşan ve Deccal ile savaşmak üzere toplanmış bulunan yardıma mazhar (Tâife-i Mansûra) kesimin üzerine inecek, namazın kılınacağı vakit ineceği zaman da bu kesimin kumandanı arkasında namaz kılacaktır.

Ye’cuc ile Me’cuc’un çıkması, biri doğuda, biri batıda, biri de Arap yarımadasında üç kara parçasının yerin dibine geçmesi, Duhân (duman)’ın çıkması, güneşin batı’dan doğması, Dâbbetu’l-arz’ın çıkıp insanlarla konuşması ve insanları önüne katıp sürecek büyük bir ateşin ortaya çıkması.

Ehl-i sünnet ve’l-cemaat Allah ve Rasûlünün haber vermiş olduğu, ölümden sonra ortaya çıkan bütün gaybî hadiselere de inanırlar: Ölüm sekerâtı, ölüm meleklerinin hazır bulunması, mü’minin Rabbine kavuşması dolayısıyla sevinmesi, ölüm esnasında şeytanın bulunması, ölüm esnasında kâfirin imanının kabul edilmeyişi, Berzah âlemi, kabir nimeti, azabı ve fitnesi (sorusu), meleklerin sorgulaması, şehidlerin Rableri nezdinde diri olup rızıklandırıldıkları, bahtiyar kimselerin ruhlarının nimet görüp, bedbaht kimselerin ruhlarının ise azab gördüklerine inanılması gibi.

Ehl-i sünnet ve’l-cemaat ayrıca hayy ve kayyum olan Allah’ın, hayatı ve hayat sahiblerini yok edeceği büyük kıyametin gerçekleşeceği güne de iman ederler. Daha sonra yüce Allah kulları tekrar diriltecek, onları kabirlerinden kaldıracak, sonra da onları hesaba çekmek için huzurunda durduracaktır.

Sur’a üfürülmesine de iman ederler. Sur’a iki defa üfürülecektir
Birincisi; Âlemin değişikliğe uğrayacağı ve düzeninin bozulacağı fez’a (korku ve dehşet) üfürüşüdür. Varlıkların yok olması ve baygın düşmeleri ile herşeyin helâk olması bununla olacaktır.

İkincisi ise öldükten sonra dirilip kabirlerden kalkıp âlemlerin Rabbinin huzuruna durulmak üzere gelinmesi için gerçekleştirilecek üfürüştür.

Öldükten sonra dirilişe, kabirlerden kalkmaya, yüce Allah’ın kabirdekileri dirilttiğine de iman ederler. İnsanlar âlemlerin Rabbinin huzuruna çıplak, elbisesiz, sünnetsiz olarak kalkarlar. Güneş onlara oldukça yaklaşacak, kimisi ağzına kadar tere gömülecektir. İlk diriltilecek ve kendisi için yerin yarılarak üzerinden açılacağı ilk kişi Peygamberimiz Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’dır.

O dehşetli günde insanlar etrafa savrulan çekirgelermiş gibi tek bir anda kabirlerinden çıkacaklar, davetçiye doğru hızlıca koşacaklardır. Herbir hareket dinmiş olacak, korkunç sessizlik adeta herkesi kaplayacaktır. O sırada amel sahifeleri yayılacak, gizli saklı ne varsa açığa çıkaracak, üstü örtülü olan şeyler görünecek, kalblerde gizlenen şeyler açığa çıkacak. Kıyamet gününde yüce Allah arada bir tercüman bulunmaksızın kulları ile konuşacak, herkes kendisinin ve babasının ismiyle çağırılacak.
Kendisinde kulların amellerinin tartılacağı, iki kefesi bulunan Mizan’a, amel defterlerinin açılmasına, kimisinin kitabını sağ tarafından, kimisinin sol tarafından ya da sırtının arka tarafından alacağına da inanırlar.

Sırat ise cehennem üzerinde kurulmuş olacaktır. İyiler onun üzerinden geçecek, günahkârların ise ayağı kayacaktır.

Cennet ile cehennem yaratılmışlardır, şu an da vardırlar, ebediyyen yok olmazlar. Cennet muvahhid ve takva sahibleri mü’minlerin yurdu, cehennem ise müşrik, yahudi, hristiyan, münafık, inkârcı, putperest ve kâfirler ile günahkârların yurdudur. Günahkârların ateşinin sonu gelecektir, kâfirlerin ateşi ise bitmeyecek, sonu gelmeyecektir. Cennet ebediyyen yok olmayacaktır. Allah her ikisini de mahlukattan önce yaratmıştır.

Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın ümmetinin kıyamet gününde hesaba çekilecek ilk ümmet olduğuna, cennete girecek ilk ümmet olduğuna, cennetliklerin yarısını onların teşkil edeceklerine, onlardan yetmişbin kişinin hesabsız olarak cennete gireceklerine de inanırlar.

Muvahhidlerin ebediyyen cehennemde kalmayacaklarına inanırlar. Bunlar ise Allah’a ortak koşmak dışında işlemiş oldukları birtakım masiyetler dolayısıyla, cehenneme girmiş olan kimselerdir. Çünkü cehennemden çıkmamak üzere, cehennemde ebedi kalacak olanlar müşriklerdir.

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın Havz’ının kıyamet gününün Arasat’ında bulunacağına da inanırlar. Bu Havzın suyu sütten daha beyaz, baldan daha tatlıdır. Kokusu miskten güzeldir, kablarının sayısı semadaki yıldızlar kadardır. Eni bir aylık, boyu bir aylık mesafedir. Ondan bir defa içen, bir daha ebediyyen susamayacaktır. Ancak din hakkında bid’atler ortaya koyanlar bundan mahrum edileceklerdir. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: “Benim havzım bir aylık mesafe kadardır. Suyu sütten beyazdır, kokusu miskten hoştur. Üzerindeki testiler semanın yıldızları gibidir, ondan bir defa içen bir daha ebediyyen susamaz.” (Buharî)
Yine şöyle buyurmaktadır: “Sizden önce Havz’a gidecek olan ben olacağım. Benim yanıma gelecek olan ordan içer, ordan bir defa içen de ebediyyen susamayacaktır. Benim yanıma benim kendilerini tanıdığım, kendilerinin de beni tanıdıkları birtakım kimseler de gelecek, sonra benimle onlar arasına engel konulacaktır.” Bir rivayette de şöyle denilmektedir: “Ben: Onlar bendendir diyeceğim, bana: Sen, senden sonra neler uydurup, ortaya çıkardıklarını bilmiyorsun denilecek, bu sefer ben de: Benden sonra değişiklikler ortaya koyanlar benden uzak olsunlar, benden uzak olsunlar diyeceğim.” (Buharî)

Peygamberimizin şefaatine ve Makam-ı Mahmud’un ona ait olduğuna da iman ederler. O hem Mevkıf’te bulunan kimseler arasında hüküm verilmek üzere şefaat edecektir, hem de cennet ehlinin cennete girmeleri için şefaatte bulunacaktır. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- da cennete girecek ilk kişidir. Amcası Ebu Talib’e de azabının hafifletilmesi için şefaatte bulunacaktır.

Bu üç şefaat Peygamber -sallahu aleyhi ve sellem-’a mahsustur. Ondan başka hiçbir kimsenin bu tür bir şefaati yoktur.

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın cennete girmiş ümmetinden bazı kimselerinin derecelerinin daha yüksek derecelere çıkartılması için de şefaati olacaktır. Cennete hesabsız girmiş, ümmetinden bir kesime de şefaatte bulunacaktır.

Yine O -sallallahu aleyhi ve sellem- iyilikleri ile kötülükleri birbirine eşit durumda olan kimselere cennete girmeleri için şefaatte bulunacağı gibi, cehenneme götürülmeleri emredilmiş daha başka kimselerin de oraya girmemeleri için şefaatte bulunacaktır.
Ümmetinden azabı haketmiş kimselere azablarının hafifletilmesi, muvahhid günahkârların cehennemden çıkartılması için de şefaat edecek ve onun şefaati ile cennete gireceklerdir.

Bu şefaatlerde ise melekler, peygamberler, şehidler, sıddîklar, salihler ve mü’minler de onunla ortaktırlar. (Yani onların da bu türden şefaatleri olacaktır.) Sonra yüce Allah cehennem ateşinden herhangi bir şefaat ile değil de kendi lütuf ve rahmeti ile birtakım kimseleri de çıkartacaktır. Kâfirler için ise şefaat sözkonusu olmayacaktır. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:”Artık şefaat edenlerin şefaati onlara fayda vermez.” (el-Müddessir, 74/48

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın şu buyruğunda da belirttiği üzere kıyamet gününde mü’minin ameli de kendisine şefaat edecektir: “Oruç ve Kur’ân kıyamet gününde kula şefaat edeceklerdir.”

Kıyamet gününde ölüm getirilecek ve Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın şu buyruğunda haber verdiği üzere boğazlanacaktır:

“Cennet ehli cennete, cehennemlikler de cehenneme girdikten sonra ölüm getirilecek ve nihayet cennet ile cehennem arasında bırakılacaktır, sonra da kesilecektir. Daha sonra bir münadi şöyle seslenecektir: Ey cennetlikler! Artık ölüm yoktur ve ey cehennemlikler artık ölüm yoktur. Bunun üzerine cennetliklerin sevinçlerine sevinç katılır, cehennemliklerin kederlerine de keder katılır.” (Müslim)


KADERE İMAN

Ehl-i sünnet ve’l-cemaat her hayır ve şerrin Allah’ın kaza ve kaderi ile meydana geldiğine, Allah’ın dilediği her şeyi yaptığına kesin olarak inanırlar. Herşey O’nun iradesi iledir. Hiçbir şey O’nun meşîet (dilemesi) ve tedbiri dışına çıkamaz. O olmuş ve olacak herşeyi olmadan önce ezelden beri bilir. Ezeli ilminin gereğine ve hikmetine uygun olarak meydana gelecek bütün kâinat için kaderler ve miktarlar tayin etmiş, kullarının hallerini, rızıklarını, ecellerini, amellerini ve daha başka diğer hallerini bilmiştir. Meydana gelen herbir yeni şey O’nun ilim, kudret ve iradesi ile meydana gelir. Kadere iman özetle: Ebede kadar meydana gelecek olan herşeye dair Allah’ın ezelî bilgisi ile Kalemin bunları yazdığına inanmaktır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Bu önce geçenlerde Allah’ın geçerli kıldığı sünnetidir. Allah’ın emri mutlaka yerini bulan bir kaderdir.” (el-Ahzab, 33/38);”Çünkü biz herşeyi bir takdir ile yarattık.” (el-Kamer, 54/49)

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- de şöyle buyurmuştur:

“Bir kimse kadere hayrı ile şerri ile Allah’tan geldiğine iman etmedikçe, kendisine gelip isabet eden bir şeyin gelip çatmamasının imkânsız olduğunu ve kendisini gelip bulmayan bir şeyin kendisine isabet etmesinin de imkânsız olduğunu kesinlikle bilmedikçe hiçbir kul iman etmiş olmaz.”

Ehl-i sünnet derler ki: Kadere iman ancak dört husus ile tamam olur. Bunlara da kaderin mertebeleri ya da esasları adı verilir. Bu hususlar kader meselesini anlamanın yoludur. Kadere iman ise, bütün esasları gerçekleştirilmedikçe tamam olamaz. Çünkü bunların bir kısmı diğerine bağlıdır. Bunların hepsini kabul eden bir kimsenin kadere imanı tamam olur. Bunlardan birisini yahut daha fazlasını eksik bırakanın ise kadere imanında sarsıntı meydana gelir.

Birinci Mertebe: İlim:

Yüce Allah’ın olmuş ve olacak, olmamış şeyler eğer olacak olsa nasıl olacaklarını, geneliyle ve bütün incelikleriyle bildiğine iman etmektir. O kulların neler yapacaklarını, onları yaratmadan önce bildiği gibi, onların rızıklarının, ecellerinin, amellerinin, hareket ya da hareketsizliklerinin inceliklerini de bilendir. Onlardan kimin mutlu, kimin bedbaht olduğunu da bilendir. O bütün bunları ezelden beri, sıfatı olan kadim ilmiyle bilir. Yüce Allah:”Şüphesiz Allah herşeyi çok iyi bilendir.” (et-Tevbe, 9/115) diye buyurmaktadır.

İkinci Mertebe: Yazmak:

Bu da yüce Allah’ın mahlukatın kaderleri ile ilgili olarak ezelden bildiğini Levh-i mahfuz’da yazmış olduğuna iman etmektir. Levh-i mahfuz ise hiçbir şeyin eksik bırakılmaksızın tamamiyle yazıldığı kitabtır. Meydana gelmiş, gelecek ve kıyamet gününe kadar olacak herşey yüce Allah’ın nezdinde Ümmü’l-kitab’ta yazılmıştır. Buna ez-Zikr, el-İmam, el-Kitabu’l-mübin adları da verilir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:”Biz herşeyi İmam-ı mübin’de (önder kitabta) tesbit etmişizdir.” (Yasin, 36/12)
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’da şöyle buyurmuştur: “Allah’ın ilk yarattığı şey kalemdir. Ona: Yaz diye buyurdu. O, ne yazayım? diye sorunca, kaderi yaz, olanı ve ebediyete kadar olacak olanı yaz diye buyurdu.”

Üçüncü Mertebe: İrade ve Meşîet (Dileme):

Yani bu kâinatta meydana gelen herbir şey rahmet ve hikmet özellikleri ile Allah’ın irade ve meşîeti ile meydana gelir. O dilediğini rahmetiyle hidayete iletir, dilediğini hikmeti ile saptırır. Hikmet ve egemenliği eksiksiz olduğundan dolayı, yaptıkları hakkında Ona soru sorulmaz, ancak yaratılmışlara sorulur. Bu kabilden meydana gelen herbir şey Allah’ın Levh-i mahfuz’da yazılı ve ezelî ilmine uygundur. Allah’ın meşieti gerçekleşir, kudreti de herşeyi kapsar. O’nun dilediği olur, dilemediği olmaz. Hiçbir şey O’nun iradesi dışında değildir.

Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:”Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe de siz dileyemezsiniz.” (et-Tekvîr, 81/29)

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- da şöyle buyurmuştur: “Bütün Ademoğullarının kalbleri Rahman’ın parmaklarının ikisi arasında, dilediği gibi evirip çevirdiği tek bir kalb gibidir.” (Müslim)

Dördüncü Mertebe: Yaratmak:

Yüce Allah’ın herşeyin yaratıcısı olduğuna inanmaktır. O’ndan başka bir yaratıcı, O’nun dışında bir Rab yoktur. O’nun dışında her ne varsa yaratılmıştır. O, amelde bulunan herkesi ve onun amelini, hareket eden herbir varlığı ve hareketini yaratandır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:”Herşeyi yaratıp onu inceden inceye takdir ve tayin etmiştir.” (el-Furkan, 25/2)

Hayır ve şer türünden iman ve küfür, itaat ve masiyet kabilinden meydana gelen herbir şeyi Allah dilemiştir, takdir etmiştir ve yaratmıştır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:”Allah’ın izni olmadan hiçbir kimsenin iman etmesi mümkün değildir.” (Yunus, 10/100);”De ki: Allah’ın bizim için yazdığından başkası asla bize isabet etmez.” (et-Tevbe, 9/51)

Yüce Allah tek başına yaratıp var edendir. O, istisnasız herşeyin yaratıcısıdır, O’ndan başka bir yaratıcı, O’nun dışında bir Rab yoktur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Allah herşeyin yaratıcısıdır. O herşeye vekildir.” (ez-Zümer, 39/62)

Yüce Allah itaati sever ve masiyetten hoşlanmaz. Dilediği kimseyi lütfuyla hidayete iletir, dilediği kimseyi de adaletiyle saptırır. Nitekim şöyle buyurmaktadır:”Eğer kâfir olursanız, şüphesiz Allah size muhtaç değildir. Bununla birlikte O kullarının kâfir olmalarına razı olmaz. Eğer şükür ederseniz, faydanız için ondan razı olur. Günah taşıyan hiçbir kimse başkasının günah yükünü yüklenmez.” (ez-Zümer, 39/7)

Allah’ın saptırdığı kimsenin ileri sürecek herhangi bir delili ya da bir mazereti yoktur. Çünkü yüce Allah ileri sürülecek bir bahane kalmasın diye peygamberler göndermiş ve kulun işlediği ameli ona izafe ederek, bunu kulun kesbi (kazancı) olarak takdir etmiş ve ancak gücünün yettiği şeylerle onu yükümlü tutmuştur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Bugünde herkese kazandığının karşılığı verilir. Bugün zulmetmek yoktur.” (el-Mu’min, 40/17);”Gerçekten Biz, ona yolu gösterdik. İster şükredici olsun, ister nankör (bir kâfir olsun).” (el-İnsan, 76/30); “Müjdeleyici ve korkutucu peygamberler olarak (gönderdik) ki insanların peygamberlerden sonra Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın.” (en-Nisa, 4/165);”Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez.” (el-Bakara, 2/286)

Fakat yüce Allah’ın rahmetinin kemali dolayısıyla şer O’na nisbet edilmez. Çünkü O hayrı emretmiş olmakla birlikte şerri yasaklamıştır. Şer ancak O’nun takdiri ve hikmeti ile meydana gelir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Sana gelen her iyilik Allah’tandır. Sana gelen her fenalık da kendindendir.” (en-Nisa, 4/79)

Yüce Allah zulümden münezzehtir, O adalet sıfatına sahibtir. Kimseye zerre ağırlığı kadar dahi zulmetmez. O’nun bütün fiilleri adalettir ve rahmettir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Ben kullara asla zulmedici değilim.” (Kaf, 50/29);”Rabbin kimseye zulmetmez.” (el-Kehf, 18/49);”Muhakkak Allah zerre ağırlığı kadar dahi zulmetmez.” (en-Nisa, 4/40)
Ayrıca yüce Allah’a yaptıklarından ve dilediklerinden dolayı soru sorulmaz. Çünkü O şöyle buyurmaktadır:”O işlediklerinden sorumlu tutulmaz. Halbuki onlara sorulur.” (el-Enbiya, 21/23)

O halde insanı ve fiillerini yaratan yüce Allah’tır. Ona bir irade, bir kudret, bir tercih ve bir dileme gücü vermiştir. Yüce Allah bunu mecazi anlamıyla değil de gerçek anlamıyla fiillerini yapan kendisi olsun diye insana bağışlamıştır. Sonra da ona hayır ile şerri birbirinden ayırdedecek bir akıl vermiş, ancak irade ve tercihi ile yaptığı amelleri dolayısı ile hesaba çekecektir. İnsan mecbur değildir, aksine onun kendi iradesi ve tercihi vardır. Bunlarla fiilerini ve inançlarını tercih eder. Şu kadarı var ki meşîeti itibariyle Allah’ın meşîetine tabidir. Allah’ın dilediği herşey olur, dilemediği hiçbir şey olmaz. Kulların fiillerini yaratan yüce Allah’tır. O fiilleri işleyen de kullardır. O halde bu fiiler yaratılmaları, var edilmeleri ve takdir edilmeleri itibari ile Allah’tan, fiil ve kazanım olmaları itibariyle de kula aittirler. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“O ancak âlemlere bir öğüttür, aranızdan dosdoğru yolda gitmek isteyenlere. Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe de siz dileyemezsiniz.” (et-Tekvîr, 81/28-29)

Yüce Allah kaderi delil göstererek:”Allah dileseydi biz de, babalarımız da ortak koşmazdık. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” diyen müşriklerin söylediklerini kabul etmeyerek, devamında şu buyruklarıyla onların yalanlarını reddetmektedir:”De ki: Yanınızda bize çıkartıp gösterebileceğiniz, herhangi bir bilgi var mı? Siz ancak zanna uyuyorsunuz ve siz yalnızca yalan uyduruyorsunuz.” (el-En’âm, 6/148)

Ehl-i sünnet ve’l-cemaat kaderin Allah’ın yarattıklarındaki bir sırrı olduğuna inanırlar. Ona ne mukarrab bir melek, ne mürsel bir peygamber muttali değildir. Bu hususta çokça derine dalmak ve uzun boylu düşünmek sapıklıktır. Çünkü yüce Allah kader bilgisini yarattıklarından saklı tutmuş ve onun nihai maksadını bilmeye kalkışmalarını yasaklamıştır. Yüce Allah:”O işlediklerinden sorumlu tutulmaz. Halbuki onlara sorulur.” (el-Enbiya, 21/23) diye buyurmaktadır.

Ehl-i sünnet ve’l-cemaat kendilerine muhalefet eden sapık fırkalara yüce Allah’ın şu buyruğu ile hitab eder ve delil gösterirler: “De ki: Hepsi Allah’tandır. Böyle iken bunlara ne oluyor ki hiçbir sözü anlamaya yanaşmıyorlar?”
en-Nisa, 4/78

İşte ashab, tabiîn ve kıyamet gününe kadar onlara güzel bir şekilde uyan selef-i salih’in iman ettikleri hususlar bunlardır. Yüce Allah hepsinden razı olsun.

TACUDDİN EL- BAYBURDİ
editor
Administrator
Gönderiler: 82
graph
Sitede Değil Kullanıcı bilgilerini görmek için tıklayın
Son Düzenleme: 27/03/2010 22:27 Düzenleyen editor.
Sadece Kayıtlı kullanıcılar yazı yazabilir.
 
Üste gitSayfa: 1

Üye Giriş Formu

Allah yaratılış gayesi yaratılışgayesi davet muhammed melek Kuran Sünnet hadis ayet cennet, cehennem, islam, insan, yazılı, sesli, video, yayın, ebu, said, enes, canlı, tv, abdurrahman, musa, isa, ibrahim, nuh, ıstılah, sohbet, albani, buhari, muslim, tirmizi, nesai, ibn, mace, taberi, kesir, kurtubi, sitte, ebu, davut, davud, sunen, dua,  büyü, cin, sihir, tılsım, ahmed, korunma, edeb, rukye, oruç, namaz, kurban, bayram, ramazan, fıtrat, tevhid, uluv, risale, tahkik, menhec, tahric, nur, muaz, zaman, sema, arş, cübbeli, harun, isa, yahya, vahiy, islami, video, islamivideo, mesnevi, mevlana, guraba, kitap, al, oku, öğren, cd, indir, download, ebu said tasavvuf mevlana fetva ayet ebusaid kitap kays leyla mecnun celalettin celaleddin rumi kimya zahir tecelli vasıf tanımak nitelemek hadis ilim  amel iman nas iman ıstılahşeriathakikathükümkuran sünnet küfür şirk tevhid sünnet kalp hayat zikir iman

Şu anda 1012 ziyaretçi çevrimiçi