Pazartesi, 08 Mart 2010 08:09

ALLAH’A DAVETTE NEBİLERİN METODU

Yazan&Gönderen Yaratilisgayesi Yöneticisi
Bu Öğeyi Derecelendir
(0 Oylar)
AddThis Social Bookmark Button

بسم الله الرحمن الرحيم

ALLAH’A DAVETTE NEBİLERİN METODU
Abdurrahman Kutluay
 
الحمد لله رب العالمين والصلاة و السلام علي نبينا محمد وعلي آله و أصحابه ومن تبعهم باحسان الي يوم الدين و بعد:
Muhakkak Allah’a davet Rasul (sav)’in ve O’na tabi olanların yoludur. Allah Teala’nın dediği gibi:
قل هذه سبيلي أدعوا الي الله علي بصيرة أنا و من اتبعني و سبحان الله وما أنا من المشركين
Bilakis Allah’a davet, Rasuller ve onlara tabi olanların en önemli hususudur. Çünkü insanlar Allah’a davetle, karanlıktan aydınlığa, küfürden imana, şirkten tevhide, ateşten cennete çıkarılırlar.
Bu davet gerekli olan temel esaslara dayanır. Ne zaman bu esasların biri olmazsa, bu davet sahih olmayıp, matlub olan semereyi vermez. Velev ki bunun için bir sürü çaba ve vakit harcansa da. Ne yazık ki bugün, bu temel esaslar üzerine bina olunmayan bir sürü davet ve cemaat müşahede ediyoruz.
Dolayısıyla Kur’an ve Sünnet’in delalet ettiği, sahih davetin esas ve kaidelerini özetleyecek olursak:

İlki: العلم بما يدعو اليه
Davetçinin ilim üzere olması, cahilden davetçi olmaz. Allah Teala Rasulü’ne şöyle der:
قل هذه سبيلي أدعوا الي الله علي بصيرة أنا و من اتبعني
Buradaki basiret, ilimdir.
Çünkü davetçi dalalet ehliyle karşılaşacak ve şüphe ve batıllarını ona yöneltecekler.
Bundan dolayı Allah Azze ve Celle şöyle der:
وجادلهم بالتي هي أحسن
Nebi (sav) Muaz’a şöyle der:
انك تأتي قومًا من أهل الكتاب
Bundan dolayı, eğer davetçi şüphelere cevap ve karşısındaki muhalifle mücadele edecek bir ilimle silahlanmadıysa, ilk karşılaşmada yenilip yolun başında duracaktır.


İkincisi: العمل بما يدعو اليه
Davetçinin davet ettiği şeyle amel etmesi, ta ki iyi bir örnek ve kudve olsun. Fiilleri, sözlerini doğrulasın.
Allah Teala Şuayb (as)’ın kavmine şöyle dediğini haber verir:
وما أريد أن أخالفكم الي ما أنهاكم عنه ان أريد الا الاصلاحَ ما استطعتُ
“Size yasak ettiğim şeylerin aksini yaparak size aykırı davranmak istemiyorum. Ben sadece gücümün yettiği kadar ıslah etmek istiyorum.”
Başka bir ayette:
ومن أحسنُ قولا ممّن دعا الي الله و عمل صالحًا
“Allah’a çağırıp, iyi iş (Salih amel) yapandan kimin sözü daha güzeldir!” (Fussilet:33)
 
Üçüncüsü: الاخلاص
İhlâs, samimiyet. Davet Allah’ın vechi için olup, bununla riya, sum’a (duysunlar diye), makam, başkanlık ve mal sevgisi kast olunmaz. Çünkü bunlardan bazısı kast olunursa davet Allah için olmayıp, nefis için olur.
Allah Azze ve Celle’nin haber verdiğine göre, Nebiler ümmetlerine şöyle derler:
لا أسألكم عليه أجرًا “Ben buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum.” (En’am: 90)
لا أسألكم عليه مالا “Ben buna karşılık sizden bir mal istemiyorum.” (Hud:29)
 
Dördüncüsü: البداءة بالاهم فالاهم
Başlangıç, en önemli şeye davet olmalıdır.
Davetçi, önce akidenin ıslahına çağırmalı, Allah’a olan tüm ibadetlerde ihlası emretmeli, şirkten sakındırmalıdır. Daha sonra namazı emreder, zekâtı emreder, farzların edasını emreder, haram olanların terkini emreder. Ki bu, tüm Rasullerin yoludur. Allah Teala’nın buyurduğu gibi:
وما أرسلنا من رسولٍ الا نوحي اليه أنه لا اله الا أنا فاعبدون
“Senden önce hiçbir rasul göndermedik ki ona, “Benden başka ilah yoktur. Şu halde bana kulluk edin” diye vahyetmemiş olalım.” (Enbiya: 25)
Nebi (sav) Muaz’ı Yemen’e gönderdiğinde ona şöyle der:
انك تأتي قومًا من أهل الكتاب. فليكن أول ما تدعون اليه شهادة أن لا اله الا الله. فان هم أجابوك لذلك فاعملهم أن الله افترض عليهم خمس صلوات في اليوم والليلة...
Nebi (sav), davetinde en güzel ve en kâmil menhece sahiptir. Öyle ki kendisi Mekke’de 13 sene kalır ve bu müddet içerisinde insanları namaz, zekât, oruç ve hacca davetten önce, faiz, zina, hırsızlık ve haksız olarak nefsin katlini yasaklamadan önce onları Allah’ın birlenmesi olan tevhide ve bu tevhidi bozan şirkten şiddetli olarak sakınmaya davet etmiştir.
 
Beşincisi: الصبر علي ما يلاقي في سبيل الدعوة الي الله من المثاق
Allah’a davet yolunda başa gelecek zorluk ve insanların eziyetlerine katlanıp sabretmek. Çünkü davet yolu güller ile döşenmiş değildir. Bunda zorluk vardır, tehlike vardır.
Bundaki en güzel hayırlı örnek de Rasullerdir.
ولقد استهزئَ برسلٍ من قبلك فحاق بالذين سَخِروا منهم ما كانوا به يستهزؤن
“Andolsun senden önceki rasullerle de alay edildi; ama onları alaya alanları, o alay konusu ettikleri şey kuşatıverdi.” (Enbiya: 41)
ولقد كذبت رسل من قبلك فصبروا علي ما كذبوا وأوذوا حتى أتاهم نصرنا
“Andolsun ki senden önceki peygamberler de yalanlanmıştı. Onlar yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine rağmen sabrettiler, sonunda yardımımız onlara yetişti.” (En’am: 34)
Rasullere tabi olanların da başına, kaim oldukları Allah’a davet nisbetinde, musibetler, belalar, zorluklar gelecektir.
 
Altıncısı: على الداعية أن يكون متحليًا بالخلق الحسن
Davetçinin üzerine düşen iyi bir ahlâkla ahlâklanması, davetinde hikmetli olması gerekmektedir. Çünkü bu şekilde davet, kabule daha şayandır.
Allah Teala iki Nebisine, Musa ve Harun’a (as) yeryüzünün, rububiyyet iddia eden en büyük kafiri olan Fir’avna karşı, hikmetli ve yumuşaklıkla muamele etmelerini emreder:
فقولا له قولا ليِّنًا لعلّه يتذكر أو يخشى
“Ona yumuşak söz söyleyin. Belki o, aklını başına alır veya korkar.” (Taha: 44)
فبما رحمةٍ من الله لِنتَ لهم ولو كنت فظًّأ غليظَ القلبِ لا نفضُّو من حَوْلِكَ
“O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi.” (Âli İmran: 159)
اُدْعُ الى سبيل ربك بالحكمة والموعظة الحسنة و جادلهم بالتي هي أحسن
“Rabbin’in yoluna hikmek ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel olanla mücadele et.”
 
Yedincisi: على الداعية أن يكون قوي الأمل
Davetçinin kuvvetli emele sahip olması gerekir, davetinin tesirinden ve kavminin hidayetinden ümit kesmez, zaman geçse de Allah’ın yardım ve zaferinden umudunu yitirmez.
Şüphesiz davetçi için, Allah’ın Rasullerinde en güzel örnek vardır.
Nuh (as) kavmini 950 sene Allah’a çağırır.
Muhammed (sav), kafirlerin ezası şiddetlendiğinde kendisine dağların meleği gelir ve iki dağı üzerlerine kapatmak için izin ister. Allah Rasulü (sav) şöyle der:
لا بل استـأني بهم، لعلَّ الله يخرج من أصلابهم من يعبد اللهَ وحده لا يشرك به شيئًا
Davetçi bu önemli sıfatı kaybettiğinde, yolun başında durmak zorunda kalacak, hüsranla geri dönecektir.
İşte, hangi davet olursa olsun, eğer bu esaslar üzerine kaim değilse, menheci de Rasullerin menheci değil ise, ümitsizliğe uğrayacaktır, yorgunluktan, vakit kaybından başka bir faidesi olmayacaktır.
Buna örnek, bugünkü muasır cemaatlerdir. Kendileri için davette, Rasullerin menhecinden başka menhecler edinmişlerdir. Buna bağlı olarak, akideden gafil olmuşlar, canibî (fer’î) meselelerin ıslahına davet eder olmuşlardır.
Bir cemaat görüyoruz, hükmün ve siyasetin ıslahına çağırır, hadlerin tatbikini talep eder. Hiç şüphesiz ki bu taraf önemlidir. Ama en önemli değildir. Yani: Allah’ın hükmünün müşrik üzerine tatbikinden önce, nasıl olur da bu hükmün hırsız ve zâni üzerine tatbiki talep edilir? Allah’ın hükmünün kabirciler ve putperestler üzerine tatbikinden önce, nasıl olur da koyun ve keçi yüzünden kavga eden davacıların üzerine Allah’ın hükmü talep edilir? Allah’ın hükmünün, O’nun isim ve sıfatlarında sapanlar ve tahrif edenler üzerine tatbikinden önce, nasıl olur da diğer fer’î meselelerde hata edenler üzerine tatbiki talep edilir.
Günah ve kötülükte bunlar mı daha şiddetlidir, yoksa zina edip içki içen ve hırsızlık yapanlar mı?!!!
Hiç şüphesiz bu tür cinayet ve günahlar, kullar hakkında kötülüktür, onların hakkı söz konusudur. Şirk ve Allah’ın isim ve sıfatlarının, nefyi (yani inkârı) de Yaratıcı’nın hissesine, hakkına kötülüktür. Bundan dolayı Yaratıcı’nın hakkı, mahlûkun hakkından daha öncedir.
Şeyhülislam şöyle der: “İşte bu günahlar, tevhidin sıhhatiyle birlikte bu günahlar olmaksızın bozuk olan tevhidden daha hayırlıdır.” (İstikâme, 1/466)
Buna rağmen tevhidden nasibi olmayan çıkıp da şöyle söyleyebilir:
“Bizler ümmeti birleştirmeyi, tağutları düşürmeyi ümit ediyoruz, siz de hâlâ o sarı kitaplarla uğraşıyorsunuz. Hâlâ insanları “Allah nerede?” ile imtihan ediyorsunuz. İslami devletin kurulmasında , Allah aşağıda olmuş, yukarıda olmuş, bize ne zararı var ki, mühim olan devletin kurulmasıdır!!!
Bu şüphenin cevabı, kısaca iki yönde olacaktır:
İlki: “Allah nerede?” sorusunu, Allah Rasulü cariyeye sormuş ve bunun ile onun imanını imtihan etmiştir.
İkincisi: Şöyle denir ona: Allah’ın çocuğu olmuş yahut olmamış, bize ne zararı var? Mühim olan devletin kurulmasıdır!
Allah’ın isim ve sıfatlarına gereken önemi vermeyen, şüphesiz tevhidi anlamamış, İslam’ı idrak etmemiş, Kur’an’ı iyice düşünmemiştir. Çünkü Kur’an’da hiçbir sure, hiçbir sayfa yoktur ki, Allah’ın isim ve sıfatları zikredilmemiş olsun. Onlara iman etmeye ve gerektirdikleriyle amel etmeye davet edilmiş olmasın.
Allah’ı kendi nefsini vasfettiği gibi yahut Resullerinin vasfettikleri gibi vasfetmeyen Hıristiyanlar, küfre düşmüşlerdir. Aynı şekilde Yahudiler de şöyle dediler:
و قالت اليهود عُزَيْرُ ابنُ الله
“Yahudiler, Uzeyr Allah’ın oğludur, dediler.” (Tevbe: 30)
وقالت النصارى المسيحُ ابنُ الله
“Hıristiyanlar da, Mesih (İsa) Allah’ın oğludur, dediler.”
Yahudiler yine:
يد الله مغلولةٌ غُلَّتْ أيديهم ولعنوا بما قالوا
“Yahudiler, Allah’ın eli bağlıdır (sıkıdır), dediler. Dedikleri yüzünden elleri bağlansın ve lanet olsun onlara.”
Bu, Allah’ın eli olduğuna inanıp, ama o bağlıdır diyenler hakkındaki hüküm. Bu hüküm böyle olursa يد الله معدومة diyenlerin hükmü nasıl olur acaba?!
Başka bir cemaat görüyoruz, bütün ihtimamı tasavvuf ve sahihi yanlışıyla karışmış zikirler. Ve bu şekilde bir sürü cemaati örnek olarak verebiliriz.
Şüphesiz ki bütün bu cemaatler bid’at ehli (sünnet dışı) olup, davetleri Resullerin davetlerinin bittiği yerden başlar. Baş kısmı kesik bir cesedin tedavisine benzer bunların davetleri. Çünkü akidenin dindeki yeri, başın cesetteki yeri gibidir.
Bu cemaatlerden istenen, talep olunan Kitab ve Sünnet’e müracaat ederek anlayışlarını tashih etmeleri, ta ki bununla Resullerin Allah’a davetteki menheclerine tabi olsunlar.
Allah Teala’nın haber verdiği hakimiyet ve takamkum, -ki bu, bu cemaatlerin davetlerinin hedefidir, gayesidir- ancak ve ancak akidenin tashihiyle, ibadetin yalnız Allah’a has kılınması ve şirkin terkiyle gerçekleşecektir.
وَعَدَ اللهُ الذين آمنوا منكم و عملوا الصالحات لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ في الأرض كما استخْلَفَ الذين من قبلهم و لَيُمَكِّنَنَّ لهم دينهم الذي اِرْتّضَى لهم و لَيُبَدِّلَنَّهم من بعد خوفهم أمنًا يَعْبُدونني لا يشركون بي شيئًا و من كفر بعد ذلك فـأولئك هم الفاسقون
“Allah, sizlerden iman edip, Salih amel işleyenlere, kendilerinden öncekileri sahip ve hâkim kıldığı gibi, onları da yeryüzüne sahip ve hâkim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslam’ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vaat etti. Çünkü onlar bana kulluk ederler, hiçbir şeyi bana eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkâr ederse, işte bunlar asıl fasıklardır.” (Nur: 55)
Şeriatın tahkimi, hadlerin uygulanması, İslam devletinin kıyamı, haramlardan ictinab etmek, vacipleri yapmak, bütün bunlar, Tevhidin hukukundandır ve tevhidi tamamlayıcıdır, tevhide tabidir, bundan dolayı nasıl olur da tabi olana itina gösterilir ve asıl olan ihmal edilir?
Yine konuyla ilgili sık sık tekrar edilen bir ayet var:
ومن لم يحكم بما أنزل الله فأولئك هم الكافرون
ومن لم يحكم بما أنزل الله فأولئك هم الظالمون
ومن لم يحكم بما أنزل الله فأولئك هم الفاسقون
Evet, bu ayetle ilk muhatab olan kim, devlet başkanlarıyla bakanları mı, yoksa umum bu ayetle muhatab mı?
Şüphesiz ki ayet-i kerime nazil olduğunda –tabii Yahudiler hakkında nazil olur- o gün Yahudilerin ne bir devleti, ne mahkemesi, ne de bakanları vardır. Yani fertler muhatab alınmıştır. Tevcih onlaradır. Bundan dolayı bu ayetle yalnız devlet reislerinin mesul tutulması cehalettir. Bu, fertleri, cemaatleri, reisleri ve halkı içine alır. Nasıl ki devlet reisleri Kur’an ve Sünnet’i tatbikle muhatab ise, aynı şekilde bilakis daha evla olarak fertler ve cemaatler de akide ve ahkâmda ve muamelatta ve her safhada Kur’an’ı ve Sahih Sünnet’i tatbik etmesi üzerlerine farzdır.
Sahih Sünnet dedik, çünkü zayıf rivayetlerle amel, nice cinayetlere sebep olmaktadır. Buna örnek: Bazı taassup ehlinin iddiasına göre; eğer zimmî İslam devletine sığınmış olduğu halde kasden Müslüman tarafından öldürülürse, buna karşılık bu Müslüman öldürülür. Yine hata ile olursa zimmînin diyeti müslümanın diyetine müsavidir. Hiç şüphesiz ki bunların hepsi Sahih Sünnete muhaliftir. Buhari’nin rivayetinde:
لا يُقْتَلُ مُؤْمِنٌ بكافرٍ
“Mü’min kafire karşılık öldürülmez.” (Buhari, 12/230)
Ahmed, Ebu Davud ve diğerlerinin hasen bir senedle rivayetlerinde:
ديةُ الكافر نصفُ دِيةِ المسلم
“Kâfirin diyeti, Müslümanın diyetinin yarısıdır.”
Bundan dolayı, her şeyden önce dine sahih bir avdetle avdet gerekir. Allah Rasulü’nün (sav) ve Ashabının, akidede, ibadette, sulukta ve şeriata taalluk eden her konuda üzerinde olduğu gibi. Bunun da yolu, tasfiye ve terbiyedir.

Son Düzenleme Cuma, 02 Nisan 2010 15:32
Yaratilisgayesi Yöneticisi

Yaratilisgayesi Yöneticisi

E-posta: Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız

En Son Yaratilisgayesi Yöneticisi

İlgili Videolar

AddThis Social Bookmark Button

Resim Galerisi

AddThis Social Bookmark Button
Başa Dön