SON YAYINLANAN Mp3 ve Videolar | ||||||||
RUM suresi İbn Kesir Tevsiri

RUM SURESİ
(Sûre Mekke'de Nazil Olmuştur)
Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla
1 — Elif, Lâm, Mîm.
2 — Rumlar yenildiler.
3 — Yakın bir yerde. Ama onlar, bu yenilgilerinden sonra gâlib geleceklerdir.
4 — Birkaç yıl içinde. Eninde sonunda emîr Allah'ındır. O gün mü'minler de sevinecekler.
5 — Allah'ın yardımı ile. O dilediÄŸine yardım eder ve O, Aziz'dir, Rahîm'dir.
6 — (Bu) Allah'ın va'didir. Allah va'dinden asla caymaz, ama insanların çoÄŸu bilmezler.
7 — Onlar dünya hayatının yalnız dış yüzünü bilirler. Ve onlar âhiretten ise gafillerdir.
Bu âyetler İran kralı Sâbûr'un, Şam ülkeleri ile ondan sonra gelen Cezîra ve Rûm diyarının uzak yerlerini ele geçirip Rûm kralı Hi-rakl'ı zor durumda bırakıp Kostantınıyye'ye sığınmaya mecbur kıldığı zaman nazil olmuştur. Sâbûr, Rûm kralını Kostantınıyye'de uzun zaman muhasara etmiş ve ilerde açıklanacağı-üzere daha sonra Hirakl galip gelmiştir.
îmâm Ahmed der ki: Bize Muâviye İbn Amr'ın... İbn Abbâs (r.a.) tan rivayetine göre; o, «Elif, Lâm, Mim. Rumlar yenildiler. Yakın bir yerde.» âyeti hakkında şöyle demiÅŸ: MaÄŸlûb oldular ve gâlib geldiler. Müşrikler İranlıların Rûmlan mâğlûb etmelerini isterlerdi. Zîrâ İran'-lılar putperest idiler. Müslümanlar ise Rumların İran'lılara üstün gelmelerini arzu ediyorlardı. Çünkü onlar ehl-i kitâb idiler. Bu husus Hz. Ebubekir'e anlatıldı. Ebubekir de durumu Allah Rasûlü (s.a.)ne iletti. Allah Rasûlü (s.a.): Şüphesiz onlar gâlib geleceklerdir, buyurdu. Ebubekir de bunu onlara (Allah Rasûlü'nün ashabına) anlattı. Onlar: Bizimle onların arasına bir süre koy. EÄŸer biz üstün gelirsek bizim için şöyle şöyle, siz üstün gelirseniz size şöyle şöyle olsun, dediler. Ebubekir de elli senelik bir süre koydu. Bunda müşrikler üstün gelemediler. Ebubekir (r.a.) durumu (elli senelik bir süre koyduÄŸunu) Hz. Peygamber (s.a.)e anlattı da efendimiz: Daha aÅŸağı (daha az) koyamaz miydin? —öyle sanıyorum ki on sene demiÅŸtir. Saîd İbn Cübeyr ise âyette geçen ( £-*{ ) kelimesinin on'dan az olan sayılara ad olarak verildiÄŸini söyler— buyurdu. Daha sonra Rumlar gâlib geldiler. İşte Allah Teâlâ'mn «Elif, Lâm, Mîm. Rumlar yenildiler. Yakın bir yerde... Onlar bu yenilgilerinden sonra gâlib geleceklerdir. Birkaç yıl içinde... Eninde sonunda buyruk Allah'ındır. O gün mü'minler de sevinecekler. Allah'ın yardımı ile... O, dilediÄŸine yardım eder ve Azîz'dir Rahîm'dir.» buyruÄŸunun kasdettiÄŸi husus budur. Tirmizî ve Neseî de hadîsi bu ÅŸekilde Hüseyn İbn Hureys kanalıyla... Süfyân îbn Saîd es-Sevrî'den ri-vâyet etmiÅŸlerdir. Tirmizî der ki: Hadîs hasendir, ÄŸarîbdir. Sâdece Süf-yân kanalıyla Habîb (veya Hubeyb)den rivayetle bilmekteyiz. Ayrıca hadîsi İbn Ebu Hatim de Muhammed İbn îshâk es-Sâğânî'den, o ise Muâviye îbn Amr'dan rivayet etmiÅŸtir. İbn Cerîr de hadîsi Muhammed İbn Müsennâ kanalıyla... Ebu İshâk el-Fezârî'den rivayetle zikretmiÅŸtir. Bu hadîste Süfyân der ki: Bana ulaÅŸtığına göre onlar (İran'Hlar) Bedir günü maÄŸlûb olmuÅŸlardı.
Süleyman îbn Mihrân el-A'meÅŸ'in Müslim'den, onun Mesrûk'dan onun da Abdullah İbn Mes'ûd'dan rivayetinde o, şöyle demiÅŸtir: BeÅŸ (alâmet) vardır ki bunlar geçmiÅŸtir: Duman, azabın (müşriklere) yapışması (veya Bedir günü ölülerinin üst üste yığılması), kuvvetle yakalanıp maÄŸlûp olmaları —ki bu da Bedir günü olmuÅŸtur—, ayın yarılması ve Rumların (İran'lılara) yenilmesi. Haberi Buhârî ve Müslim tahrîc etmiÅŸlerdir.
İbn Cerîr der ki: Bize İbn Vekî'nin... Abdullah İbn Mes'ûd'dan rivayetinde o, şöyle anlatmış: İranlılar Rumlara gâlib idiler. Müşrikler İranlıların Rumlara gâlib gelmesini; müslümanlar ise Rumların İranlılara gâlib gelmesini istiyorlardı. Çünkü Rumlar kitâb ehli olup kendilerinin dinlerine daha yakındılar. «Elif, Lâm, Mîm. Rumlar yenildiler. Yakın bir yerde... Onlar bu yenilgilerinden sonra gâiîb geleceklerdir. Birkaç yıl içinde...» âyeti nazil olduÄŸunda (müşrikler): Ey Ebubekir, senin arkadaşın: Rumlar birkaç yıl içinde İranlıları yenecekler, diyor, dediler. Hz. Ebubekir: DoÄŸru söylemiÅŸtir, dedi. Onlar: Var mısın, seninle bahse tutuÅŸalım? dediler. Yedi yıl içinde olmak üzere dört devesine bahse girdiler. Yedi sene geçti ve bir ÅŸey olmadı (Rumlar gâlib gelemediler). Müşrikler buna sevinirken müslümanlara ağır geldi. Bu, Hz. Peygamber (s.a.)e anlatıldı da: Sizde birkaç yıl ifâdesi ne anlama gelir? diye sordu. Onlar: Ondan az olan sayılara denilir, dediler. Allah Rasûlü: Git, bahsi artır ve süreyi de iki sene uzat, buyurdu. İki sene geçmemiÅŸti, ki atlılar gelip Rumların İranlılara gâlib geldiÄŸi haberini verdiler. İnananlar buna sevindiler ve «Allah va'dinden asla caymaz.» kısmına gelinceye kadar «Elif, Lâm, Mîm. Rumlar yenildiler...» âyetleri nazil oldu.
İbn Ebu Hâtim'in Ali İbn Hüseyn kanalıyla... Berâ (İbn Âzib)den rivayetine göre; o, şöyle anlatıyor: «Elif, Lâm, Mîm. Rumlar yenildiler. Yakın bir yerde... Onlar bu yenilgilerinden sonra gâlib geleceklerdir.» âyetleri nazil olduÄŸunda müşrikler Hz. Ebubekir'e: Arkadaşının ne söylediÄŸini görmüyor musun? O, Rumların İranlıları yeneceÄŸini sanıyor, dediler. Hz. Ebubekir: Arkadaşım doÄŸru söylemiÅŸ, dedi. Onlar: Seninle bahse girelim mi? dediler. (Bahse tutuÅŸtular da Hz. Ebubekir) aralarında bir süre koydu. Rumlar İranlılara gâlib gelmezden önce süre bitti. Bu haber, Hz. Peygamber (s.a.)e ulaÅŸtığında üzüldü ve bundan hoÅŸlanmadı da Ebubekir'e: Seni buna sevkeden nedir? diye sordu. Ebubekir: Allah ve Rusûlünü doÄŸrulamak üzere... dedi. Allah Rasûlü: Git onlara, bahsi büyüt ve birkaç yıl daha süre koy, buyurdu. Ebubekir onlara gelip: Ne dersiniz, tekrar bahse girelim mi? Şüphesiz tekrar bahse dönmek daha güzeldir, dedi. Onlar onun bu isteÄŸine olumlu cevab verdiler. Arada konan süre geçmemiÅŸti ki Rumlar İran'lıları yendiler, atlarını Medâin'de baÄŸladılar, Rûmiyye (Åžehrini) bina ettiler. Hz. Ebubekir haberi Hz. Peygamber (s,a.)e getirdi ve: Bu (Bahiste kazandığım) gayr-i meÅŸru' bir kazançtır, dedi. Allah Rasûlü de: O halde onu tasadduk et, buyurdu.
Ebu îsâ et-Tirmizî der ki: Bize Muhammed İbn İsmail'in... Niyâr İbn Mükram el-Eslemf den rivayetine göre o, şöyle anlatmış: «Elif, Lam, Mîm. Rumlar yenildiler. Yakm bir yerde... Onlar bu yenilgilerinden sonra gâlib geleceklerdir. Birkaç yıl içinde.» âyetleri nazil olduÄŸunda İran'lılar Rumlara gâlib idiler. Müslümanlar Rumların onları yenmelerini arzu ediyorlardı. Çünkü kendileri de onlar da kitâb ehli idiler. «O gün mü'minler de sevinecekler. Allah'ın yardımı ile... O, dilediÄŸine yardım eder ve Azîz'dir, Rahîm'dir.» âyeti bunun hakkındadır. KureyÅŸ ise İran'lıların gâlib gelmesini istiyordu. Çünkü onlar ve İran'lılar kitâb ehli olmadıkları gibi yeniden diriltilmeye de inanmıyorlardı. Allah Teâlâ bu âyeti indirdiÄŸi zaman Ebubekir çıkıp Mekke'nin muhtelif yerlerinde yüksek sesle: «Elif, Lâm, Mîm. Rumlar yenildiler. Yakın bir yerde... Onlar bu yenilgilerinden sonra gâlib geleceklerdir. Birkaç yıl içinde...» âyetlerini okudu. KureyÅŸ'ten bazı kimseler Ebubekir'e: Bu bizimle senin arandadır. Arkadaşın Rumların birkaç yıl içinde İran'lılan yeneceÄŸini sanıyor. Bunun üzerine bahse tutuÅŸmaya var mısın? dediler. Ebubekir: Evet, tutuÅŸalım, dedi. Bu bahse girmenin haram kılınmasından önceydi. Ebubekir ve müşrikler bahse tutuÅŸup bahse konu ÅŸeyleri karşılıklı olarak (bir yed-i emîne) bıraktılar. Ve Ebubekir'e: Bu birkaç yılı kaç sene yapalım; (birkaç yıl ta'bîri bizim aramızda) üç yıldan dokuz yıla kadardır. Bizimle aranda orta bir mikdâr söyle de onda karâr kılalım, dediler. Aralarında altı yıllık bir süre tesbît ettiler. Altı yıl geçtiÄŸi halde Rumlar gâlib gelemediler. Müşrikler bahsi kazandılar. Yedinci sene girince Rumlar İran'lılara gâlib geldiler. Müslümanlar altı sene süre koymasından dolayı Ebubekir'i ayıpladılar. Ebubekir: (Altı sene koymuÅŸtum) Çünkü Allah Teâlâ: «Birkaç yıl içinde...» buyurmuÅŸtu, dedi. İşte o zaman birçok kiÅŸi müslüman oldu. Tirmizî, hadîsi bu ifâdelerle zikrettikten sonra şöyle der: Bu hasen, sahîh bir hadîstir. Sâdece Abdurrahmân İbn Ebu Zinâd kanalından rivâyetiyle biliyoruz. Hadîsin bir benzeri mürsel olarak İkrime, Åža'bî, Mücâhid, Ka-tâde, Süddî, Zührî ve baÅŸkaları tarafından rivayet edildiÄŸi gibi tabiîn'den bir cemaattan da rivayet edilmiÅŸtir. İfâdeleri itibarıyla bundan daha garibi îmâm Süneyd İbn Davud'un tefsirinde rivayet etmiÅŸ olduÄŸu ÅŸu hadîstir: Haccâc'ın... İkrime'den rivayetine göre; İran'da bir kadın varmış. Hep kahramanlar ve krallar doÄŸururmuÅŸ. Kisrâ, onu çağırıp: Ben Rumlara (Rumların üzerine) bir ordu göndermek istiyorum. Bu ordunun üzerine senin oÄŸullarından birisini kumandan yapacağım. Bana hangisini kumandan yapacağım konusunda bir fikir ver, dedi. Kadın: Åžu oÄŸlum tilkiden daha zekî, ÅŸahin ve doÄŸandan daha temkinlidir. Åžu oÄŸlum Ferhân mızraklardan daha delicidir. Åžu oÄŸlum Åžehrîrâz İse üç oÄŸlumun en çok hilim sahibi olanıdır. Onlardan dilediÄŸini kumandan yap, dedi. Kisrâ: Hâlim olanını kumandan yaptım, deyip Åžeh-rirâz'ı ordunun başına kumandan olarak geçirdi. Åžehrirâz İran ordusuyla Rumların üzerine yürüdü, onlara gâlib gelip çoÄŸunu öldürdü, ÅŸehirlerini tahrîb etti, zeytin aÄŸaçlarını kesti. Ebu Bekr İbn Abdullah der ki: Bu hadîsi Atâ el-Horasânî'ye rivayet ettim de: Åžam ülkelerini görmedin mi? diye sordu. Ben: Hayır, dedim. Åžayet oraları görecek olursan mutlaka harâb edilmiÅŸ ÅŸehirleri ve kesilmiÅŸ zeytin aÄŸaçlarım göreceksin, dedi. Bundan sonra Åžam'a gittim ve bunları gördüm. Atâ el-Hora-sânî der ki: Bana Yahya İbn Ya'mûr'un rivayetine göre Kayser Rûm ordusu ile Katame denilen bir adamı, Kisrâ da Åžehrîrâz'ı göndermiÅŸti. Ezruât ve Busrâ'da karşılaÅŸtılar. Orası Åžam'ın size en yakın olan yeridir. Rumlarla karşılaÅŸtıklarında İran'lılar gâlib geldiler. KureyÅŸ kâfirleri buna sevinirken müslümanlar üzüldüler. îkrime der ki: Müşrikler Hz. Peygamber (s.a.)in ashabı ile karşılaÅŸtılar ve: Siz kitâb ehlisiniz. Hıristiyanlar da kitâb ehlidir. Biz ise ümmîleriz. Bizim İran'lı kardeÅŸlerimiz sizin kitâb ehli kardeÅŸlerinize üstün geldiler. Åžayet siz de bizimle savaÅŸacak olursanız şüphesiz biz size gâlib geleceÄŸiz, dediler. Bunun üzerine Allah Teâlâ: «Elif, Lam, Mîm. Rumlar yenildiler. Yakın bir yerde... Onlar bu yenilgilerinden sonra gâlib geleceklerdir. Birkaç yıl içinde... Eninde sonunda buyruk Allah'ındır. O gün mü'minler de sevinecekler. Allah'ın yardımı ile... O, dilediÄŸine yardım eder ve Azîz'dir, Ra-hîm'dir.» âyetlerini indirdi. Ebubekir es-Sıddîk, kâfirlere karşı çıkıp: KardeÅŸlerinizin bizim kardeÅŸlerimize gâlib gelmesine mi sevindiniz? Hiç sevinmeyin. Allah'a yemin ederim ki şüphesiz Allah, Rumları İran'lılara gâlib getirecektir. Bize bunu peygamberimiz (s.a.) haber verdi, dedi. Übeyy İbn Halef, Hz. Ebubekir'in karşısına dikilip: Ey Ebu Fudayl, yalan söyledin, dedi. Ebubekir de ona: Ey Allah'ın düşmam, sen daha çok yalancısın, dedi. Übeyy îbn Halef: Benden on genç deve, senden de on genç deve haydi bahse girelim. Üç seneye kadar eÄŸer Rumlar İran'lılan yenerse ben kaybedeceÄŸim, İran'lılar üstün gelirse sen kaybedeceksin, dedi. Sonra Ebubekir Hz. Peygamber (s.a.)e gelip bunu haber verdi. Allah Rasûlü: Bu, senin söylediÄŸin gibi deÄŸildir. (Bizim dilimizdeki) birkaç yıl, üç ilâ dokuz sene arasıdır. Bahse konu olan ÅŸeyleri artır, süreyi de uzat, buyurdu. Ebubekir çıkıp Übeyy'e rastladı. Übeyy: Herhalde piÅŸman olmuÅŸsundur, dedi. Ebubekir: Hayır dedi, gel bahsi artıralım ve süreyi uzatalım. Dokuz seneye kadar olmak üzere yüz genç deve benden yüz genç deve senden bahse girelim, dedi. Übeyy de: Pekiyi kabul, dedi. Bu süreden önce Rumlar İran'lıları yendiler ve müslümanlar müşriklere (bahiste) üstün geldiler.
İkrime der ki: İran'lılar Rumları yendiği zaman Şehrirâz'ın kardeşi olan Ferhân oturup içmeye başladı ve arkadaşlarına: Kendimi Kis-râ*nm tahtı üzerinde oturuyormuş gibi gördüm, dedi. Bu konuşma Kis-râ'ya ulaştığında Şehrirâz'a: Sana bu mektubum geldiği zaman Fer-hân'ın kellesini bana gönder, diye yazdı. Şehrirâz da ona: Ey kral, sen hiç bir zaman Ferhân gibisini bulamayacaksın. O birçok düşman öldürmüştür ve düşmanlar içinde bir ünü vardır. Böyle yapma, diye yazdı. Kisrâ Şehrirâz'a: Şüphesiz ki İran halkı içinde ona halef olacaklar vardır. Onun başını bana göndermekte acele et, diye yazdı. Şehrirâz'm tekrar (kardeşinin affına dâir) müracaatına karşı Kisrâ öfkelenip bu sefer ona cevab vermedi ve İran ordusuna: Ben Şehrirâz'ı sizin kumandanlığınızdan azlettim ve Ferhân'ı üzerinize kumandan nasbettim diye bir haberci gönderdi. Haberciye ince, küçük bir kâğıt verip: Ferhân krallığı devralıp kardeşi ona boyun eğdiğinde ona şu sayfayı ver, dedi. Şehrirâz mektubu okuyunca başüstüne deyip tahtından indi ve Ferhân tahta oturdu. Haberci kâğıdı kendisine verdi. Ferhân: Bana Şehrirâz'ı getirin, deyip boynu vurulmak üzere onu öne sürdü. Şehrirâz: Vasiyye-timi yazıncaya kadar acele etmeyip müsâade eder misin? dedi. Ferhân'-m; evet cevabı üzerine (mektuplarının içinde bulunduğu) çuvalı getirtti, sayfalan (Kisrâ'nın ve kendisinin mektuplarını) Ferhân'a verip: Bunların hepsi senin hakkında Kisrâ'ya mürâcaatlanmdır. Sen ise bir tek mektupla beni öldürmek istedin, dedi. Ferhân krallığı kardeşi Şehrirâz'a geri verdi ve Şehrirâz Rûm kralı Kayser'e şu mektubu yazdı: Sana ihtiyâcım var. Bu ihtiyâcımı ne haberciler, ne de kâğıtlar taşır. Seninle buluşalım. Benimle elli Rûmla beraber buluşacaksın. Ben de sana elli İran'U içinde geleceğim. Kayser, beş yüz bin Rûm askeri içinde geldi, yollara öncü casuslar gönderdi. Bunun kendisi için bir tuzak olacağından korkuyordu. Casusları gelip de Şehrirâz'ın yanında sâdece elli kişi olduğu haberini getirince rahatladı. İkisi için kurulan atlas bir çadırda bir araya geldiler. İkisinde de sâdece birer bıçak vardı. Aralarında anlaşmak üzere bir tercüman çağırdılar. Şehrirâz şöyle konuştu: Senin şehirlerini hile ve kahramanlığımızla harâb eden ben ve kardeşimdir. Kisrâ bizi çekemedi ve kardeşimi öldürmemi istedi, ben ise bundan kaçındım. Sonra kardeşime beni öldürmesini emretti. Biz de ikimiz birden onun emrinden sıyrılıp çıktık. Biz seninle birlik olup onunla savaşacağız. Kayser: İsabet etmişsiniz, dedi. Sonra onlardan birisi diğerine: Şüphesiz ki söz iki kişi arasındadır. İki kişiyi geçtiği zaman yayılır değil mi? dedi. Diğeri buna evet cevabını verdi. Hemen birlikte bıçaklarıyla tercümanı öldürdüler. Allah Teâlâ Kısrâ'yı helak buyurdu. Haber Hudeybiye günü Allah Rasûlü (s.a.)ne ulaştı ve onunla beraber müslü-manlar da buna sevindiler.
Bu hadîsin ifâdeleri ve tümü gârîbdir. Bu âyet-i kerîme'nin kelimeleri üzerinde konuşalım:
Allah Teâlâ: «Elif, Lam, Mîm. Rumlar yenildiler.» buyurur. Sûrelerin baÅŸlarındaki hurûf-ı mukattaa hakkında bilgi daha önce Bakara sûresi başında geçmiÅŸti. Rumlar, Ays İbn İshâk İbn İbrâhîm soyundan-dır. Bunlar İsrâiloÄŸullannın amcaoÄŸullarıdır. Onlara Asfar oÄŸulları denirdi ve Yunanlıların dini üzereydiler. Yunanlılar ise Yâfes İbn Nuh'un soyundan olup Türklerin amcaoÄŸullarıdır. Onlar el-Mütehayyira denilen yedi seyyare yıldızına tapınırlar, Kuzey kutbuna doÄŸru namaz kılarlardı. DimaÅŸk'ı ve tapmağını inşâ edenler bunlardır. Tapınakta kuzey yönüne doÄŸru mihrâblar vardı. Rumlar Hz. îsâ'nın peygamber olarak gönderilmesinin yaklaşık 300. senesine kadar Hıristiyan dini üzereydiler. Onlardan Cezire ile beraber Åžam'da hükümrân olanlara Kayser adı verilirdi. Bizans krallarından Hıristiyanlığa ilk giren Kostantin İbn Kastos ( ^-Ja-J ) ve onun annesi Meryem el-Heylâniyye eÅŸ-Åžed-kâniyye idi. Bu kadın Harrân'lıydı. Meryem, oÄŸlundan önce hıristiyan olmuÅŸ ve oÄŸlunu kendi dinine davet etmiÅŸti. Kostantin daha önce filozoftu. Annesine uydu. Bunu gizlice yaptığı da söylenir. Onun zamanında hıristiyanlar bir araya gelip Abdullah İbn Aryus ile münazarada bulundular, son derece dağınık ve sayılamayacak ihtilâflara düştüler. Åžu kadar var ki onlardan üç yüz on sekiz papaz bir görüşte ittifak ettiler, Kostantin için bir akide vazettiler. Büyük emânet diye adlandırdıkları akîde budur. Aslında bu bir emânet deÄŸil, alçak bir hiyânettir. Onun için kanunlar da vaz'ettiler. Bununla ahkâm kitaplarını kasdetmektedirler ki helâl kılma, haram kılma ve baÅŸka ihtiyâç duyduklarını bunlara dercetmiÅŸlerdir. Mesîh (a.s.)in dinini böylece deÄŸiÅŸtirdiler, ilâvelerde bulundular ve onu eksilttiler. DoÄŸuya doÄŸru namaz kıldılar. Cumartesi yerine pazarı kabul ettiler. Haça tapındılar, domuzu helâl kıldılar, kendilerinin uydurduÄŸu birtakım bayramlar edindiler. Haç yortusu, komüniyon âyini, Hz. îsâ'nm insanlıktan ilâhlığa inkılâbı günü olarak kutlanan bayram ve daha baÅŸka Paskalya bayramı, Hz. îsâ'nın Kudüs'e girdiÄŸi gün gibi bayramlar bunlar içinde sayılabilir. (Din adamlarını) derecelendirdiler ki en büyükleri papadır. Sonra patrikler, sonra metropolitler, sonra papazlar, sonra di-yakoslar, sonra yardımcı papazlar gelir. Böylece ruhbanlık sınıfı icâd ettiler. Kral onlar için kiliseler, tapınaklar inşâ ettirdi, kendine nisbet edilen ÅŸehri kurdu ki bu ÅŸehir Kostantiniyye ÅŸehridir. Onun zamanında on iki bin kilise inşâ edilmiÅŸtir. Yine onun zamanında üç mihraplı olarak Beyt el-Lahm inşâ olundu. Annesi de el-Kumâme'yi inşâ ettirdi. Bunlara Melikiyye adı verilir. Bunlarla krallarının dini üzere olanlar kasdedilir.
Sonra Ya'kûb el-İskâfî'ye tâbi olan Ya'kûbîler, daha sonra da Nestu-râ'nın tabii olan Nestûrîler ortaya çıktı. Onlar birçok fırkalara ayrılmışlardır. Nitekim Allah Râsûlü (s.a.): Şüphesiz onlar yetmiş iki fırkaya bölünmüşlerdir buyurmuştur ki, netice olarak onlar Hıristiyanlık dini üzere devam etmişlerdir. Onlardan her ne zaman bir kayser helak olsa ondan sonra bir başkası yerine geçerdi. Nihayet sonuncuları Hirakl olmuştur. Hirakl son derece akıllı, kralların en tedbirli ve dahî olanlarından, en kahramanlarından ve görüş zaviyesi geniş olanlarındandı. Büyük bir ziyafet ve ihtişam içinde onların başına kral oldu. İşte İran kralı Kisrâ buna karşı harekete geçip Irak, Horasan, Rey ve bütün acem ülkelerini ele geçirdi. Bu Kisrâ, Zû'1-Ektaf Sâbûr denilen Kisrâ'-dır. Bunun memleketi Kayser'in memleketinden daha genişti. Evet Acemlerin riyaseti ondaydı ama İran'lılarm ahmaklığı da üzerindeydi. Mecûsî olup ateşe taparlardı. Daha önce geçen İkrime'nin rivayetine göre bu Kisrâ, kumandanlarını ve ordusunu Kayser'e karşı göndermiş ve bunlar Kayser'le savaşmışlardır. Meşhur olan habere göre bizzat Kisrâ'nın kendisi Kayser'in ülkesinde savaşmış ve onu mağlûb etmiştir. Nihayet Kayser'in elinde Kostantiniyye şehrinden başka hiç bir şey kalmadı. Kisrâ Kayser'i burada uzun süre muhasara etti ve nihayet Kayser iyice bunaldı. Hıristiyanlar kendisine büyük bir hürmet ve ta'zîm gösteriyorlar, şehrin (sûrlarının) son derece sağlam olması nedeniyle Kisrâ da ülkeyi fethedemiyor. Zîrâ şehrin yansı kara tarafında, diğer yarısı da deniz tarafındaydı. İşte buradan, yani denizden onlara yiyecek ve takviye gelirdi. İş uzaymca Kayser bir hîle düşündü. Kisrâ'dan üzerinde anlaşacakları bir mal karşılığı ülkesinden çıkmak istediğini bildirdi. .Kisrâ da buna karşılık dilediği şartlan -belirleyecekti. Kisrâ bu şartlara icabet ederek ondan dünya krallarından hiç kimsenin güç yetiremeyeceği büyüklükte ve çoklukta altın, mücevher, kumaşlar, cariyeler, hizmetçiler ve daha birçok şeyler istedi. Kayser buna boyun eğmiş göründü ve Kisrâ'ya istediklerinin hepsinin yanında mevcûd olduğu zannını verdi. Halbuki Kisrâ ve Kayser bir araya gelseler istenilenin onda birini bile bulmaktan âciz kalırlardı. Kayser Kisrâ'dan istediklerini, ülkesinin zahire, mahsûl ve definelerinden elde etmek üzere Şam ülkelerine ve ülkesinin diğer yerlerine gitmek için müsâade istedi. Kisrâ da onu serbest bıraktı. Kayser Kostantiniyye şehrinden çıkmaya karâr verdiğinde kendi dininden olan halkını toplayıp: Şüphesiz ben kararlaştırmış olduğum bir iş için ordumdan seçtiğim bir kısmı ile çıkıyorum. Bir sene geçmeden şayet size dönersem ben yine kralmızım. Eğer dönmeyecek olursam siz muhayyersiniz; dilerseniz benim bîatım üzere devam edersiniz, dilerseniz bir başkasını yerime geçirirsiniz, dedi. Onlar da cevab verip; sağ olduğun sürece on sene bile kaybolsan sen yine kralımızsın, dediler. Kayser orta büyüklükte ve süvarilerden oluşan bir ordu içinde Kostantiniyye'den çıktı. Kisrâ, Kostantiniyye çevresinde çadırlarını kurup onun dönüşünü beklemeye başladı. Kisrâ beklerken Kayser sür'atli bir yürüyüşle İran'a ulaştı, erkekleri ve savaşçıları öldürerek Medâin'e vardı. Medâin Kisrâ'-nın taht şehriydi. Oradakileri de öldürdü, bütün mahsûllerini, mallarım aldı, kadınlarını ve haremini esîr etti, Kisrâ'nm oğlunun başını tıraş ederek bir merkebe bindirdi ve kavminden atlılarla beraber onu son derece zelîl ve hakîr bir şekilde Kisrâ'ya gönderdi. Kisrâ'ya: İşte bu, benden istediğindir, onu al, diye bir de mektup yazdı. Bu Kisrâ'ya ulaştığında derecesini ancak Allah'ın bileceği şekilde üzüldü, ülke (Kostantiniyye) ye öfkesi ve kini şiddetlendi, elindeki bütün imkânları kullanarak muhasarayı şiddetlendirdi fakat zabtedemedi. Kostantiniyye'yi al-maktan âciz kalınca Kayser'in Kostantiniyye'ye ulaşabileceği tek yol olan Ceyhun vadisinde Kayserin yolunu kesmek istedi. Kayser bunu anlayınca daha önce hiç kimsenin yapamadığı büyük bir hileye başvurdu. Ordusunu ve yanındaki mahsûlleri vadinin ağzında bıraktı. Ordusunun bir kısmının hayvanlarına binerek yanlarına hayvan pislikleri ve saman almalarını emretti. Suyun yukarı tarafında yaklaşık bir günlük bir mesafeye gitti. Sonra bu yüklerin nehre atılmasını emretti. Bu atılanlar Kisrâ'nm bulunduğu yere varınca, O ve ordusu Rumların oradan geçtiklerini sandılar, atlarına binerek aramaya koyuldular. Bu arada vâdîyi de boş bıraktılar. Kayser gelip yanındakilere suya dalmalarını emretti. Suya daldılar, ,sür'atle geçtiler Kisrâ ve ordusunu arkada bırakarak Kostantiniyye'ye girdiler. Hıristiyanlar için bu gerçekten görülecek bir gündü. Kisrâ ve orduları ise ne yapacaklarım bilmez halde şaşkın olarak kalakaldılar. Kayser'in ülkesini de ele ge-çirememişlerdi. Bunâri yanında Rumlar ülkelerini tahrîb etmiş, mahsûllerini almış, çocuklarını ve kadınlarını esîr etmişlerdi. İşte bu, Rumların îran'lılara galebesindendir ve bunlar İran'lıların Rumları yenmesinden dokuz sene sonra olmuştur.
îbn Abbâs, İkrime ve başkalarının anlattığına göre Rumların gâlib geldiği Îran-Rûm savaşı Ezruâd ve Busrâ arasında meydana gelmiştir. Burası Şam diyarının Hicaz tarafındaki ucudur. Mücâhİd der ki: Bu olay Cezîre'de olmuştur ki Rûm ülkelerinin İran'a en yakın yeridir. En doğrusunu Allah bilir.
Bundan sonra Rûmlann İran'lılan yenmesi dokuz sene sonra olmuÅŸtur. Arap dilinde ( £*ij ) kelimesi, üç ile dokuz arasındaki sayılara verilen isimdir. Nitekim Tirmizî, İbn Cerîr ve baÅŸkalarının rivayet etmiÅŸ oldukları Abdullah İbn Abdurrahmân el-Cümâhî kanalıyla... İbn Abbâs'tan gelen bir hadîste Allah Rasûlü (s.a.) Hz. Ebubekir'e «Elif, Lam, Mîm. Rumlar yenildiler...» âyeti ile ilgili olarak girdiÄŸi bahis hakkında şöyle buyurmuÅŸtu: Ey Ebubekir ,ihtiyâtlı olsaydın ya. Çünkü âyetteki ( ç«*> ) kelimesi, üçle dokuz arasındaki sayılara verilen isimdir. Tirmizî hadisin hasen olduÄŸunu ve bu kanaldan rivayetinin ÄŸarîb olduÄŸunu da ekler. İbn Cerîr hadîsi Abdullah İbn Amr'dan onun sözü olarak rivayet etmiÅŸtir.
«Eninde sonunda; (bundan önce de, bundan sonra da) buyruk Allah'ındır. O gün mü'minler de sevinecekler. Allah'ın, (Kisrâ'nın ashabı olan mecûsî İran'lılara karşı Åžam kralı Kayser'in tarafı olan Rumlara) yardımı ile.» İbn Abbâs, Sevri, Süddî ve baÅŸkaları gibi âlimlerden birçoÄŸunun söylediÄŸine göre Rumların İranlıları yenmesi Bedir savaşı günü olmuÅŸtur. Tirmizî, İbn Cerîr, İbn Ebu Hatim ve Bezzâr'ın A'meÅŸ kanalıyla... Ebu Saîd (el-Hudrî)den rivayet ettikleri bir hadîste o, şöyle demiÅŸtir: Bedir günü olduÄŸunda Rumlar İran'lılara gâlib geldiler, inananlar buna çok sevindiler. Allah Teâlâ da: «O gün mü'minler de sevineceklerdir. Allah'ın yardımı ile... O, dilediÄŸine yardım eder ve Azîz'dir, Rahîm'dir.» âyetlerini indirdi.
DiÄŸerleri ise Rumların İran'lılara galebesinin Hudeybiye yılı olduÄŸunu söylerler. îkrime, Zührî, Katâde ve baÅŸkaları böyle söylemiÅŸtir. Bu sözü bazıları şöyle açıklıyor: Kayser .Allah kendisini Kisrâ'ya muzaffer kılarsa Allah'a bir şükür olarak Hıms'dan İlyâ'ya kadar —ki burası Beyt el-Makdis'tir— yürüyeceÄŸini adamıştı. Bu adağını yerine getirdi. Beyt el-Makdis'e ulaÅŸtığında henüz oradan çıkmadan Allah Rasûlü (s.a.)nün ona Dihye İbn Halîfe ile göndermiÅŸ olduÄŸu mektubu ulaÅŸtı. Dihye mektubu Busrâ'mn büyüğüne, Busrâ'nm büyüğü de Kay-ser'e verdi. Mektup Kayser'e ulaÅŸtığında Hicaz araplanndan Åžam'da bulunan birisini istedi. Äžazze'de bulunan KureyÅŸ kâfirlerinden bir topluluk içinde Etjjı.. Süfyân Sahr İbn Harb el-Emevî onun yanma getirildi. Huzur da diz çöktüler. Kayser: Peygamber olduÄŸunu zanneden ÅŸu adama neseb yönüyle en yakınınız hanginizdir? diye sordu. Ebu Süfyân: Ben, diye cevab verdi. Kayser, Ebu Süfyân'm arkasına oturtmuÅŸ olduÄŸu arkadaÅŸlarına: Åžimdi ben ÅŸu adamdan soracağım; eÄŸer yalan söylerse onu yalanlayınız, dedi. Ebu Süfyân der ki: Allah'a yemîn ederim ki benim yalanımı açığa vurmayacak olsalardı mutlaka yalan söylerdim. Hirakl ona Hz. Peygamberin nesebini, niteliklerini sordu. Sordukları içinde şöyle dedi: Haksızlık yapar mı? Ben: Hayır, dedim. Åžu kadar var ki biz bir süreden beri ondan ayrıyız. Bu süre içinde ne yapmakta olduÄŸunu bilmeyiz, dedim. Ebu Süfyân bu sözü ile Hudeybiye günü aralarında on sene müddetle harbetmeyeceklerine dâir Allah Rasûlü (s.a.) ile KureyÅŸ kâfirleri arasında yapılan barışı kasdediyor. Bu* nu Rumların İranlıları Hudeybiye senesi yendiÄŸine delil getiriyorlar. Zîrâ Kayser adağını Hudeybiye'den sonra yerine getirmiÅŸti. En doÄŸrusunu Allah bilir.
Birinci görüş sahipleri ise buna şöyle cevab veriyorlar: Hirakl'ın ülkesi harâb olmuÅŸ, dağılmıştı. Dolayısıyla düşünüp taşınıp ülkesinin düzeltilmesi gereken yerlerini düzeltmeksizin adağını yerine getirme imkânı yoktu. Ancak zaferinden dört sene sonra adağını yerine getirebilmiÅŸtir. En doÄŸrusunu Allah bilir. Vaziyet son derece kolay, açık ve basittir. Åžu kadar var ki İranlılar Rumları yendiÄŸi zaman bu, inananları üzmüş; Rumlar İranlılara gâlib geldiÄŸi zamanda ise inananlar buna sevinmiÅŸlerdir. Çünkü Rumlar kitâb ehliydi ve inananlara mecû-sîlerden daha yakındılar. Nitekim Allah Teâlâ baÅŸka bir âyet-i kerî-me'de: «Andolsun ki, insanlardan îmân edenlere en ÅŸiddetli düşman olarak Yahudileri ve Allah'a ÅŸirk koÅŸanları bulacaksın. Andolsun ki, onlardan îmân edenlere sevgice en yakını da: Biz hıristiyanlarız, diyenleri bulacaksın. Bunun sebebi, onlann içinde keÅŸiÅŸler ve rahipler bulunmasından ve onların gerçekten büyüklük taslamalarmdandır. Peygambere indirileni iÅŸittiklerinde hakkı tanıdıklarından dolayı gözleri yaÅŸla dolup taÅŸar da, derler ki: Rabbımız biz îmân ettik, bizi de şâhid-lerle beraber yaz.» (Mâide, 82, 83) buyururken burada da: «O gün mü1-minler de sevineceklerdir. Allah'ın yardımı ile. O, dilediÄŸine yardım eder ve Azîz'dir, Rahîm'dir.» buyurmuÅŸtur. İbn Ebu Hatim der ki: Bize Ebu Zür'a'nın... Alâ İbn Zübeyr el-Kilâbî'den, onun da babasından rivayetine göre o, şöyle anlatmış: Ben İranlıların Rumlara gâlibiyyetini, sonra Rumların İranlıları yendiÄŸini, sonra da müslümanların hem İranlıları, hem de Rumları yendiÄŸini gördüm. Bütün bunlar onbeÅŸ sene içinde meydana gelmiÅŸtir.
«Ve O,» düşmanlarından intikam almakta Azîz'dir, inanan kullarına karşı ise «Rahîm'dir.»
«Ey Muhammed, sana haber vermiÅŸ olduÄŸumuz İranlılara karşı Rumları muzaffer kılacağımız haberi Allah'ın gerçek bir va'di, dönülmeyecek doÄŸru bir haberidir. Şüphesiz meydana gelecektir. Zîrâ Allah'ın sünneti (kâinattaki kanunu), savaÅŸan iki gruptan hak üzere olana yardım etmesi, güzel akıbeti onlara tahsis etmesidir. «Ama insanların çoÄŸu (Allah'ın adalet ölçülerince cereyan eden muhkem fiilleri ve yaratmasındaki hükmünü) bilmezler. Onlar dünya hayatının yalnız görünen kısmını bilirler. Âhiretten ise onlar habersizdirler.» İnsanların çoÄŸunun sâdece dünya, dünyanın kazançları, iÅŸleri ve dünyada olanlar hakkında bilgileri vardır. Dünyayı kazanma ve kazanç yollarında zeki, usta kimselerdir. Fakat onlar, kendilerine âhiret yurdunda fayda verecek ÅŸeylerden habersizdirler. Sanki anlayışsız, zihinsiz ve düşüncesiz bir kimse gibidirler. Hasan el-Basrî der ki: Allah'a yemîn ederim ki onlardan dünyası ile öyle bir ustalığa ulaÅŸanları vardır ki dirhemi tırnağı üzerinde şöyle bir çevirir de sana ağırlığım haber veriverir. Halbuki güzelce namaz kılmasını bile beceremez. İbn Abbâs «Onlar dünya hayatının yalnız görünen kısmını bilirler. Âhiretten ise onlar habersizdirler.» Âyetinde kâfirlerin kasdedildiÄŸini söyler. Onlar din iÅŸlerinde bilgisiz oldukları halde dünyanın imârım iyi bilirler.
8 — Kendi nefisleri hakkında düşünmezler mi? Ki Allah gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları ancak hak ile ve belirli bir süre için yaratmıştır. DoÄŸrusu insanların çoÄŸu Rablarına kavuÅŸmayı inkâr ederler.
9 — Onlar, yeryüzünde dolaşıp gezmezler mi ki, kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nasıl olduÄŸunu görsünler. Onlar kendilerinden daha kuvvetliydiler. Toprağı altüst etmiÅŸler ve onu kendilerinden daha çok imâr etmiÅŸlerdi. Peygamberleri onlara nice açık deliller getirmiÅŸti. Demek Allah onlara zulmetmiyordu. Ama onlar kendilerine zulmediyorlardı.
10 — Sonra da Allah'ın âyetlerini tekzîb edip onları alaya alarak kötülük edenlerin âkibeti çok kötü oldu.
Düşünmezler mi Hiç?
Allah Teâlâ varlığına, yaratmada yegâne olduÄŸuna, kendisinden baÅŸka ilâh, O'nun dışında Rab olmadığına delâlet eden yaratıkları üzerinde düşünmeyi tenbîh ediyor. Buyurur ki: «Kendileri hakkında düşünmezler mi?» Burada ulvî ve süflisi ile âlemler, ikisi arasındaki çeÅŸitli yaratıklar, muhtelif cinsler üzerinde düşünme kasdedilmektedir. Böylece onlar bunların boÅŸuna ve bâtıl olarak deÄŸil de hak ile yaratılmış olduÄŸunu bileceklerdir. Ayrıca bunlar kıyamet gününden ibaret olan belirli bir süreye kadar sürelendirilmiÅŸlerdir. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ: «DoÄŸrusu insanların çoÄŸu Rablarma kavuÅŸmayı inkâr ederler.» buyurmuÅŸtur.
Sonra Allah Teâlâ, elçilerinin kendisinden getirmiÅŸ olduklarının doÄŸruluÄŸuna iÅŸaret buyurur. Onlan mucizelerle, apaçık delillerle desteklemiÅŸti. Elçilerinin doÄŸruluÄŸuna, onları inkâr edenlerin helak olunması ve onları doÄŸrulayanların kurtulması ile tenbîhte bulunur ve şöyle buyurur: «Yeryüzünde (anlayışları, akılları, görüşleri ve geçmiÅŸlerin haberlerini iÅŸitmeleri ile) dolaşıp gezmezler mi? Ki, kendilerinden önce geçmiÅŸ kimselerin akıbetlerinin nasıl olduÄŸunu görsünler. Onlar kendilerinden daha kuvvetli idiler.» Ey kendilerine Muhammed'in (s.a.) peygamber olarak gönderildiÄŸi kimseler. Şüphesiz geçmiÅŸ ümmetler ve nesiller sizden daha güçlü, sizden daha çok mal ve evlât sahibiydiler. Sizlere, onlara verilenlerin onda biri bile verilmiÅŸ deÄŸildir. Onlar dünyada öyle bir yerleÅŸtirilmiÅŸlerdi ki, siz henüz ona ulaÅŸabilmiÅŸ deÄŸilsiniz. Ömürler boyu, asırlarca dünyayı îmâr etmiÅŸler ümranda sizden daha ileri gitmiÅŸler, sizin kazancınızdan daha fazla kazanç elde'etmiÅŸlerdi. Bunlarla beraber elçileri kendilerine apaçık delillerle gelip te kendilerine verilenlerle sevinip şımardıkları zaman Allah Teâlâ günâhları yüzünden onlan yakalayıp helak buyurmuÅŸtur. Onların Allah'tan bir koruyucuları olmamıştır. Ne malları ne de çocukları onlarla Allah'ın baskını arasına girip engel olamamış, onlardan zerre ağırlığı olsun azabı engelleyememiÅŸtir. Allah Teâlâ onların başına getirmiÅŸ olduÄŸu azâb ve cezasında elbette onlara zulmetmiÅŸ deÄŸildir. «Ama onlar ancak kendilerine zulmediyorlardı.» Kendilerine bu azabın gelmesi ancak kendilerinden olup Allah'ın âyetlerini yalanlamaları, onlarla alay etmeleri yüzündendir. Bu ancak onların adı geçen günâhları ve anılan yalanlamaları sebebiyledir. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ burada: «Nihayet Allah'ın âyetlerini tekzîb edip onları alaya alarak kötülük yapanların sonu pek kötü oldu.» buyururken, baÅŸka âyetlerde de şöyle buyurmaktadır; «Biz onların kalblerini ve gözlerini çeviririz de -—ona ilk defa îmân etmedikleri gibi— azgınlıkları içinde kör ve ÅŸaÅŸkın bırakırız.» (En'âm, 110). «Fakat onlar yoldan sapınca Allah da onların kalblerini saptırmıştı.» (Saff, 5), «EÄŸer yüz çevirirlerse bilki, bir kısım günâhları yüzünden Allah onlan cezalandırmak istiyor.» (Mâide, 49).
Ayete yukarda verdiÄŸimiz anlam, âyetteki ( &jJ\ ) kelimesinin; kötülük yapanlar, anlamına gelen fiilin mefûlü olarak mansûb olmasına göredir. Anlamın şöyle olduÄŸu da söylenmiÅŸtir: Nihayet Allah'ın âyetlerini tekzîb edip onlan alaya alanların sonu, akıbeti kötü olmuÅŸtur. Çünkü onlar Allah'ın âyetlerini yalanlamış ve onlarla alay etmiÅŸlerdir. Buna göre yukarda tümleç olduÄŸu söylenen kelime baÅŸtaki ( DlS") fiilinin haberi olarak mansûbdur. Bu açıklamayı İbn Cerîr; İbn Abbâs ve Katâde'den rivayetle zikretmektedir. Ayrıca İbn Ebu Hatim de bu açıklamayı İbn Abbâs, Katâde ve Dahhâk İbn Müzâhim'den rivayet °tmiÅŸtir. Bu anlam da açık olup en doÄŸrusunu Allah bilir.
11 — Allah ilkin yaratır, sonra onu iade eder. En sonunda hepiniz O'na döndürüleceksiniz.
12 — Kıyametin kopacağı gün suçlular susacaklardır.
13 — Ortaklarından da kendilerine hiçbir ÅŸefaatçi olmayacaktır.. Onlar ortaklarını da inkâr edeceklerdir.
14 — Kıyametin kopacağı gün; iÅŸte o gün (inananlar ve inanmayanlar birbirinden) ayrılırlar.
15 — îmân edip sâlih amellerde bulunanlara gelince; onlar bir bahçede sevinç içinde ağırlanırlar.
16 — Ama küfredip de âyetlerimizi ve âhirete kavuÅŸmayı yalanlayanlara gelince; iÅŸte onlar, azâb için hazır bulundurulurlar.
İlk Yaratma ve Diriltme
Allah Teâlâ buyurur ki: «Allah ilkin yaratır, sonra onu tekrar eder.» Nasıl ki yaratmaya ilk baÅŸlamaya gücü yetmektedir, aynı ÅŸekilde onu tekrar etmeye de kadirdir. «En sonunda (kıyamet günü) hepiniz ona döndürüleceksiniz» de O her bir amel iÅŸleyenin amelinin karşılığını verecektir. «Kıyametin kopacağı gün suçlular susacaklardır.» İbn Ab-bâs âyeti: Kıyametin kopacağı gün suçlular ümitlerini keseceklerdir, ÅŸeklinde anlarken, Mücâhid: Suçlular rüsvây olacaklardır, ÅŸeklinde anlamıştır. Bir rivayette ise Mücâhid: Suçlular mahzun olacaklardır, demiÅŸtir. «Ortaklarından da kendilerine ÅŸefâatçılar olmayacaktır.» Allah'ın dışında tapınagelmekte oldukları ilâhlar onlara ÅŸefâatta bulunmayacak, onları inkâr edecek ve kendilerine en muhtaç oldukları bir zamanda ihanet edeceklerdir. «Kıyametin kopacağı gün; iÅŸte o gün (inananlar ve inanmayanlar) birbirinden ayrılırlar.» Katâde der ki: Allah'a ye-mîn ederim ki bu; kendisinden sonra bir daha bir araya gelmenin asla mümkün olmayacağı bir ayrılıktır. Yani birisi İUiyyûn cennetlerine yükselip diÄŸeri Esfel-i Sâfilîn'e alçaltıldığı zaman bu, aralarındaki beraberliÄŸin sonu olacaktır. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ: «Ã®mân edip sâ-lih amellerde bulunanlara gelince; onlar ağırlanacakları bir cennette bulunurlar» buyurmuÅŸtur. Mücâhid ve Katâde, âyetteki ( b}j^i ) kelimesini: Nimetlendirilirler, nimete gark olunurlar, ÅŸeklinde anlarken Yahya İbn Ebu Kesîr, burada ÅŸarkı iÅŸitmenin kasdedildiÄŸini söylemiÅŸtir. Halbuki âyetteki bu kelime bütün bunlardan daha geneldir. (...)
17 — AkÅŸama girerken ve sabaha ererken hepiniz Allah'ı tesbîh edin.
18 — Ve hamd O'nadır. Göklerde de, yerde de, günün sonunda da, öğleye erdiÄŸiniz vakitte de.
19 — Ölüden diriyi, diriden ölüyü O çıkarır. Yeryüzünü ölümünden sonra O canlandırır, tÅŸte siz de böylece çıkarılacaksınız.
Allah Teâlâ mukaddes zâtına teÅŸbihte bulunup Allah'ın kudretinin .kemâline ve saltanatının büyüklüğüne delâlet eden bu birbirini ta'kîb eden vakitlerde Allah'r tesbîh etmelerini ve O'na hamdetmelerini kullarına öğütlüyor. Bu vakitler, geceleyin karanlığın baÅŸladığı ve gündüzün aydınlandığı sabah vaktidir. Sonra tesbîhe uygun düşecek bir isti'-nâf cümlesi getirip şöyle buyurur: «Göklerde ve yerde hamd O'nadır.» Göklerde ve yerde yarattıklarından dolayı O hamdolunandır. «Gündüzün ardından öğle vaktine varınca da (Allah'ı tesbîh edin.)» Geceyi, ÅŸiddetli karanlığı ve aydınlığı yaratan Allah'ın ÅŸanı ne kadar yücedir. Gündüzü geceden çekip çıkaran ve geceyi bir sükûnet kılan O'dur. BaÅŸka âyet-i kerîmelerde de şöyle buyrulur: «Andolsun onu açığa çıkardığında gündüze. Onu örtüp büründüğünde geceye.» (Åžems, 3, 4), «Andolsun, bürüyüp örttüğü zaman geceye, açıldığı zaman gündüze.» (Leyi, 1, 2), «Andolsun kuÅŸluk vaktine, ve sükûna erdiÄŸinde geceye...» (Duhâ, 1, 2). Bu konuda âyetler çoktur. İmâm Ahmed der ki: Bize Ha-san'm... Muâz İbn Enes el-Cühenî'den, onun da Allah Rasûlü (s.a.)nden rivayetine göre şöyle buyurmuÅŸtur: Allah Teâlâ'nın Hz. İbrahim'i niçin vefakâr dostu olarak isimlendirdiÄŸini size haber vereyim mi? Zîrâ o sabah ve akÅŸamleyin: «AkÅŸama girerken ve sabaha ererken Allah'ı tesbîh ederim. Göklerde ve yerde hamd O'nadır. Gündüzün ardından öğle vaktine varınca da hamd O'na mahsûstur.» derdi. Taberanî der ki: Bize Muttalib İbn Åžuayb el-Ezdî'nin... Abdullah İbn Abbâs'tan onun da Allah Rasûlü (s.a.)nden rivayetine göre şöyle buyurmuÅŸ: Her kim sabaha erdiÄŸinde «AkÅŸama girerken ve sabaha ererken Allah'ı tesbîh ederim. Göklerde ve yerde hamd O'nadır. Gündüzün ardından öğle vaktine varınca da hamd O'na mahsûstur.» derse gündüzün kaçırmış olduÄŸunu telâfi etmiÅŸ olur. Kim de bunu akÅŸamladığında söylerse gecesinde kaçırmış olduÄŸunu telâfi etmiÅŸ olur. Hadîsin isnadı ceyyid olup Ebu Dâvûd Sünen'inde rivayet etmiÅŸtir.
«Ã–lüden diriyi, diriden ölüyü O çıkarır.» Burada da Allah Teâlâ'-nın birbirine mütekâbil ÅŸeyleri yaratmadaki kudretine iÅŸaret edilmektedir ve peÅŸpefe gelen bu âyetlerin hepsi aynı ÅŸekildedir. Bu âyetlerde yaratıkları, kudretinin kemâline delâlet etsin diye Allah'ın eÅŸyayı ve zıdlannı yaratması zikredilmektedir. Bitkiyi taneden, taneyi bitkiden, yumurtayı tavuktan, tavuÄŸu yumurtadan, insanı nutfeden, nutfeyi insandan, mü'mini kâfirden, kâfiri de mü'minden çıkarması bunlardandır.
«Yeryüzünü ölümünden sonra O canladırır.» âyeti Allah Teâlâ'nın ÅŸu âyetleri gibidir: «Ã–lü toprak onlar için bir delildir. Biz onu dirilttik ve ondan taneler çıkardık. İşte ondan yemektedirler. Ve ondan hurmadan, üzümlerden bahçeler var ettik. Orada pınarlar fışkırttık.» (Yâ-Sîn, 33, 34), «Yeryüzünü kupkuru olarak görürsün. Ama Biz ona su indirdiÄŸimiz zaman harekete geçer, kabanr ve her çeÅŸit güzel bitkiden çift çift yetiÅŸtirir. Bunun sebebi ÅŸudur: Allah gerçeÄŸin tâ kendisidir. DoÄŸrusu ölüleri O diriltir ve O, her ÅŸeye Kâdir'dir. Şüphe götürmeyen kıyamet saati mutlaka gelecektir ve Allah kâbirlerdekileri dirütecek-tir.» (Hacc, 5-7), «O'dur ki, rahmetinin önünden rüzgârı müjdeci olarak gönderir. Nihayet bunlar ağır yüklü bulutları yüklendiÄŸinde Biz onu ölü bir memlekete gönderir, su indirir ve onunla her tür mahsûller yetiÅŸtiririz. İşte ölüleri de böylece çıkarırız. Tâ ki, iyice düşünüp ibret alasınız.» (A'râf, 57). Bu sebepledir ki burada da: «Ä°ÅŸte siz de böylece çıkarılacaksınız.» buyurmuÅŸtur.
20 — Sizi topraktan yaratmış olması O'nun âyetlerin-dendir. Sonra siz, yayılmakta olan bir beÅŸer oldunuz.
21 — Kendileriyle huzûrâ kavuÅŸmanız için size kendi nefislerinizden eÅŸler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet var etmesi de O'nun âyetlerindendir. Şüphesiz ki bunlarda düşünen bir kavim için âyetler vardır.
Allah Teâlâ buyurur ki: Babanız Âdem'i topraktan yaratmış olmas] O'nun kudretinin kemâline ve azametine delâlet eden âyetlerdendir. Sonra siz hemen yeryüzüne yayılıp birer insan oldunuz. Aslınız önce topraktan, sonra az-bir sudandır. Sonra ÅŸekil kazanıp bir kari pıhtısı sonra bir çiÄŸnem et, sonra insan ÅŸeklini alan bir kemik oldunuz. Sonra Allah Teâlâ bu kemiÄŸe et giydirdi, ona ruhu üfürdü. Bir de bakmışsın ki o iÅŸiten, görendir. Daha sonra insan annesinin karnından güçsüz, zayıf ve küçük olarak çıkmıştır. Ömrü uzadıkça kuvvetleri ve hareketleri tekâmül etmiÅŸ ve nihayet ülkeler (ÅŸehirler) ve kaleler inşâ edecek, muhtelif iklimlerde seyahat edecek, denizlerde yolculuk edecek, yeryüzünün bölgelerinde dolaşıp kazanacak ve mallar toplayacak bir hale gelmiÅŸtir. Onun düşünmesi, zekâsı, çâre bulma gücü, görüşü, ilmi, dünya ve âhiret iÅŸlerinde genişçe bir vukufu vardır ve bunlar herkese göre deÄŸiÅŸir. Onlara bu gücü veren, onları yürüten, onları buyruk altına alan, çeÅŸitli kazanç ve yaÅŸam yollarında onları dolaÅŸtıran, ilimlerde, fikirde, güzellik ve çirkinlikte, zenginlik ve fakirlikte, mutluluk ve mutsuzlukta onlan birbirinden üstün ve deÄŸiÅŸik derecelerde yaratan Allah'ın sânı ne kadar yücedir. Allah Teâlâ bu sebepledir ki: «Sizi topraktan yaratmış olması O'nun âyetlerindendir. Sonra siz hemen (yeryüzüne) yayılıp birer insan oldunuz.» buyurmuÅŸtur.
İmâm Ahmed der ki: Bize Yahya İbn Saîd ve Ğunder'in... Ebu Mû-sâ (el-Eş'arî) den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuş: Şüphesiz Allah Teâlâ Âdem'i yeryüzünün her tarafından almış olduğu bir avuç (toprak) tan yaratmıştır. Âdemoğulları yeryüzünden alman bu topraklar ölçüsünde dünyaya gelirler. Onlardan beyazı, kırmızısı, siyahı, bunlar arası bir renkte olanı, pis ve temiz olanı, uysal ve üzüntülü olanı, bunlar arasında bir tabiata sahip olanı (dünyadan alınmış olan toprakların ölçüsüne göre) dünyaya gelirler. Hadîsi Ebu Dâvûd ve Tirmizî muhtelif kanallardan olmak üzere Avf el-A'râbî'den rivayet etmişlerdir. Tirmizî hadîsin hasen, sahîh olduğunu söyler.
«Kendileri ile huzura kavuÅŸacağınız (kendi cinsinizden) kendi nefislerinizden size eÅŸler (olacak diÅŸileri) yaratmış olması da O'nun âyetlerindendir.» âyeti Allah Teâlâ'nm: «O'dur, sizi bir nefisten yaratan've ondan da gönlünün İsınacağı eÅŸini var eden.» (A'râf, 189) âyeti gibidir ki burada Havva kasdedilmektedir. Allah Teâlâ Hz. Havva'yı Âdem'in sol ve kısa olan kaburga kemiÄŸinden yaratmıştır. Åžayet Allah Teâlâ ÂdemoÄŸullannm hepsini erkekler, cinden veya hayvandan olmak üzere kadınlarını da baÅŸka bir cinsten yaratmış olsaydı, gerek onlar arasında ve gerekse eÅŸler arasında birbirine ısınma meydana gelmezdi. Aksine eÅŸler birbirinden baÅŸka cinslerden olmuÅŸ olsaydı aralarında bir nefret meydana gelirdi. ÂdemoÄŸullarmın eÅŸlerini kendi cinslerinden yaratmış olması, ÂdemoÄŸulları ile eÅŸleri arasına sevgi ve rahmet koyması da Allah'ın ÂdemoÄŸullarına olan rahmetinin iÅŸaretidir. Bir erkek kadını ya onu sevdiÄŸi için veya ona acıdığı için tutar ki böylece onun o kadından çocuÄŸu olur veya kadın harcamalannda ona muhtaç durumdadır veya aralarında dostluk, sevgi ve birtakım baÅŸka baÄŸlar vardır. «ÅžÃ¼phesiz ki bunlarda düşünen bir kavim için âyetler vardır.»
22 — Gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin birbirine uymaması da O'nun âyetlerindendir. Şüphesiz ki bunda bilenler için âyetler vardır.
23 — Geceleyin uyumanız, gündüz de lutfundan rızık aramanız O'nun âyetlerindendir. Şüphesiz ki bunlarda kulak veren bir kavim için âyetler vardır.
Allah Teâlâ ;bu âyetlerde buyurur ki: «Gökleri ve yeri yaratması O'nun (yüce kudretine delâlet eden) âyetlerindendir.» Gökyüzünü bütün yükseklik ve geniÅŸliÄŸi, gök cisimlerini ÅŸeffaflığı, sabit ve seyyareler halindeki yıldızlarının parlaklığı ile; alçaklığı, kesafeti ve üzerindeki daÄŸlar, vadiler, denizler, çöller, hayvanlar ve aÄŸaçlarla yeryüzünü O yaratmıştır.
((Dillerinizin deÄŸiÅŸik olması da O'nun âyetlerindendir.» Burada diller kasdedilmektedir. Bazıları arap diliyle konuÅŸmaktadır. Åžu tatarlann baÅŸka bir dili vardır. Åžunlar Gürcü, ÅŸunlar Rûm, ÅŸunlar Frenk, onlar Berber, onlar Türkrûr, HabeÅŸ'li, Hind'li Acem, Saklabîler, Hazar'lılar, Ermeni'ler, Kürdler ve ancak Allah'ın bileceÄŸi ÂdemoÄŸullarınm deÄŸiÅŸik birçok dilleri vardır. Buna ilâveten renkleri, derilerinin rengi de deÄŸiÅŸiktir. Bütün yeryüzü halkının, hattâ Allah'ın Âdem'i yaratmasından kıyametin kopmasına kadar dünya ahâlîsinin tamâmının iki gözü, iki kaşı, burnu, alnı, aÄŸzı ve iki yanağı vardır. Ama onlardan hiç birisi bir diÄŸerine benzemez. Gizli veya açık clsun sima veya ÅŸekil veya söz olarak birini diÄŸerlerinden ayıran mutlaka bir ÅŸey vardır. Düşünüldüğü zaman bu farklılık mutlaka ortaya çıkacaktır. Onlardan her birinin yüzü bizatihi bir üslûba, bir ÅŸekle sahiptir ki bir baÅŸkasına benzemez. Åžayet bir cemâat (bir topluluk) güzellik veya çirkinlik sıfatlarından birinde tevafuk halinde olsa dahi onlardan her birerini diÄŸerinden ayıran bir ayrıcalık, farklılık mutlaka vardır. «ÅžÃ¼phesiz ki bunda da bilenler için âyetler vardır.»
«Geceleyin uyumanız, gündüz de lutfundan rızık aramanız O'nun âyetlerindendir.» Gece ve gündüz size uyuyabüme özelliÄŸi vermiÅŸ olması onun âyetlerindendir. Uykuda rahat, hareketlerin sükûna ermesi, yorgunlukların gitmesi nimetleri vardır. Gündüzün ise sebeplere sarılma, yolculuk yapma, yeryüzünde yayılıp dolaÅŸma gibi nimetler vermiÅŸtir. Bu, uykunun zıddıdır. «ÅžÃ¼phesiz ki bunda da bilenler, (anlayanlar) için âyetler vardır.» Taberânî der ki: Bize Haccâc İbn îmrân es-Sedû-sı'nin... Zeyd İbn Sabit (r.a.)den rivayetine göre o, şöyle demiÅŸ: Bana geceleyin bir uykusuzluk ânz olmuÅŸtu. Bunu Allah Rasûlü (s.a.)ne ÅŸikâyet ettim de şöyle dememi emretti: Allah'ım, yıldızlar battı, gözler sâkinleÅŸti. Sen Hayy ve Kayyûm olansın. Ey Hayy, ey Kayyûm, gözümü uyut, gecemi sâkinleÅŸtir. Bunları söyledim-de uykusuzluÄŸum gitti.
24 — Size korku ve ümit vermek için ÅŸimÅŸeÄŸi göstermesi, gökten su indirip ölümden sonra yeri onunla diriltmesi de O'nun âyetlerindendir. DoÄŸrusu bunlarda akleden bir kavim için âyetler vardır.
25 — Göğün ve yerin, O'nun emri ile ayakta durması da yine O'nun âyetlerindendir. Sonra sizi bir çağırmaya görsün, yerden hemen çıkıverirsiniz.
Allah Teâlâ buyurur ki: «Size korku ve ümit vermek için ÅŸimÅŸeÄŸi göstermesi de O'nun (azametine delâlet eden) âyetlerindendir.» ÅžimÅŸekten sonra meydana gelecek rahatsız edici yaÄŸmurlar ve helak edici yıldırımlardan dolayı bazan ondan korkarsınız. Bazan da ihtiyâç duyulan yaÄŸmurun kendisinden sonra gelmesi için ÅŸimÅŸeÄŸin çakmasını umar, beklersiniz. Bu sebepledir ki: «Gökten su indirip onunla ölümünden sonra, (hiç bir bitki veya baÅŸka bir ÅŸey olmamasından sonra) yeri diriltmesi de O'nun âyetlerindendir.» buyurmaktadır. Yeryüzüne su geldiÄŸi zaman: «harekete geçer, kabarır ve her çeÅŸit bitkiden çift çift yetiÅŸtirir.» (Hacc, 5). Şüphesiz ki bunda öldükten sonra dirilmeye ve kıyametin kopmasına apaçık bir delâlet ve bir ibret vardır. Bu sebepledir ki: «Bunlarda düşünen bir kavim için âyetler vardır.» buyurmuÅŸtur.
Allah Teâlâ'nm: «Göğün ve yerin O'nun emri ile ayakta durması da yine O'nun âyetlerindendir.» kavli ÅŸu âyetleri gibidir: «BuyruÄŸu olmadıkça göğü düşmemesi için O tutar.» (Hacc, 65), «Muhakkak ki, zail olmasınlar diye gökleri ve yeri tutan Allah'tır.» (Fâtır, 41). Ömer İbn Hattâb (r.a.) yeminde zorlandığı zaman şöyle dermiÅŸ: Hayır, göğün ve yerin, emriyle ayakta durduÄŸu Allah'a yemîn ederim. Yani gökler ve yeryüzü O'nun emri ve buyruÄŸu altına almasıyla ayakta durmaktadır. Sonra kıyamet günü geldiÄŸinde yer baÅŸka bir yerle, gökler de baÅŸka göklerle deÄŸiÅŸtirilecek, ölüler kabirlerinden Allah Teâlâ'nın emri ve onları çağırması ile diriler olarak çıkacaklardır. Bu sebepledir ki: «Sonra sizi bir çağırmaya görsün, hemen çıkı verirsiniz.» buyurmuÅŸtur. Nitekim baÅŸka âyetlerde de şöyle buyrulur: «O sizi çağırdığı gün hamdederek davetine uyarsınız ve çok az kalmış olduÄŸunuzu zannedersiniz.» (İsrâ, 52), «DoÄŸrusu o bir tek çığlıktır. Ki, o zaman hepsi toprağın yüzüne dökülecektir.» (Nâziât, 13, 14), «Sâdece bir tek çığlık olur ve bir de bakarsınız ki onlar hepsi birden huzurumuza getirilmiÅŸlerdir.» (Yâ-Sîn, 53).
26 — Göklerde ve yerde bulunanlar O'nundur. O'na boyun eÄŸer.
27 — İlkin yaratıp sonra onu iade eden O'dur. Bu, O'nun için pek kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce misâl O'nundur. Ve O Azîz'dir, Hakîm'dir.
Allah Teâlâ bu âyetlerde şöyle buyruyor: «Göklerde ve yerde olanlar O'nundur. (O'nun mülkü ve O'nun kullandır.) Hepsi (isteyerek veya istemeyerek) O'na boyun eÄŸer.» Derrâc kanalıyla Ebu Heysem'den, onun da Ebu Saîd'den merfû' olarak rivayet ettiÄŸi bir hadîste şöyle buy-rulur: Kur'ân'da «Kunût»un anıldığı her harf (kelime) itaat anlamı-nadır.
«Ä°lkin yaratıp sonra onu iade eden O'dur. Bu, O'nun için daha kolaydır.» İbn Abbâs'tan rivayetle İbn Ebu Talha burayı: Bu, O'na daha kolaydır, ÅŸeklinde anlamıştır. Mücâhid der ki: BaÅŸlamak O'na kolaydır. Tekrarlamak ise baÅŸlamaktan daha kolaydır. İkrime ve baÅŸkaları da böyle söylemiÅŸtir.
Buhârî der ki: Bize Ebu Yemân'ın... Ebu Hüreyre'den, onun da Hz. Peygamber (s.a.)den rivayetine göre:
Allah Teâlâ şöyle buyurur: Beni yalanlamaya hakkı yokken Âdemoğlu beni. yalanladı. Bana sövmeye hakkı yokken Âdemoğlu bana sövdü. Beni yalanlaması onun: Beni önce yarattığı gibi asla tekrar diriltenıe-yecektir, demesidir. Halbuki Benim için ilk yaratma tekrar yaratmaktan daha basit değildir. Bana sövmesi ise; Allah çocuk edindi, demesidir. Halbuki Ben; dengi hiçbirşey olmayan, doğurmayan ve doğurul-mayan, Ahad ve Samed olanım. Hadîsi sâdece Buhârî tahrîc etmiştir. Aynı şekilde Abdürrezzâk kanalıyla... Ebu Hüreyre'den hadîsi rivayette Buhârî tek kalmıştır. îmâm Ahmed ise hadîsi Hasan İbn Mûsâ kanalıyla... Ebu HüreyreMen, o da Hz. Peygamber (s.a.)den yukârdakine benzer şekilde veya aynen rivayet etmiş ve bu rivayetinde tek kalmıştır. Başkaları ise şöyle diyor: Önce yaratmak ve sonra onu tekrar etmek Allah'ın kudretine nisbetle eşittir. İbn Abbâs'tan rivayetle Avfî: Bütün bunlar O'na kolaydır, demiştir. Rebî' İbn Hüşeym de böyle söylemiştir. İbn Cerîr de bu görüşe meyletmiş ve buna bir çok şâhidler de getirmiştir. (...)
«Göklerde ve yerde en üstün sıfatlar O'nundur.» İbn Abbâs'tan rivayetle Ali îbn Ebu Talha, bu âyetin Allah Teâlâ'nm: «O'nun benzeri hiç bir ÅŸey yoktur.» (Şûra, 11) âyeti gibi olduÄŸunu söyler. Katâde der ki: O'nun misâli ÅŸudur: O'ndan baÅŸka ilâh ve O'nun dışında Rab yoktur. îbn Cerîr de böyle söylemiÅŸtir. Müfessirlerden birisi bu âyet-i kerî-me'yi zikrederken ma'rifet ehlinden birine âit ÅŸu ÅŸiiri söylüyor:
«Su birikintisi saflığı üzere sakin olduÄŸunda, Meltem rüzgârlarının onu hareket ettirmesinden uzaklaÅŸtırıldığında;
Onda göğü şüphesiz (berrak, apaçık) olarak görürsün. Aym ÅŸekilde güneÅŸ ve yıldızlar da görünür. İşte tecellî erbabının kalbleri böyledir; Onlann saflığında Yüce Allah görülür.»
«Ve O (üstün gelinemeyen, karşı konulamayan) Azîz'dir. (Her ÅŸeye üstün gelmiÅŸ, Kudret ve saltanatıyla herÅŸeyi buyruÄŸu altına almıştır. Åžer'î ve kaderi olarak (takdiri ile) sözleri ve iÅŸlerinde hikmet sahibi Hakîm'dir.» Kendisinden rivayet olunan tefsirinde Mâlik'den, onun da Muhammed îbn Münkedir'den «En üstün sıfatlar O'nundur.» âyeti hakkında rivayetine göre şöyle demiÅŸ: Bu (O'nun sıfatı) Allah'tan baÅŸka ilâh olmamasıdır.
28 — O, size kendi nefislerinizden bir misâl verdi: Size verdiÄŸimiz rızıklarda, saÄŸ ellerinizin mâlik olduklarından ortaklarınız olmasını isterde onlarla, eÅŸit olur ve birbirinizi saydığınız gibi bunları da sayar mısınız? İşte Biz, aklını kullanacak bir kavim için âyetleri böyle açıklarız.
29 — Hayır, o zulmedenler bilgisizce kendi heveslerine uymuÅŸlardır. Allah'ın saptırdığı kimseyi kim doÄŸru yola iletebilir? Onların yardımcıları da yoktur.
Nefislerinizden Bir Misâl
Bu, Allah Teâlâ'nm, zâtı ile beraber bir baÅŸkasına tapınan, O'na ortaklar koÅŸan müşriklere vermiÅŸ olduÄŸu bir misâldir. Bununla beraber onlar, Allah'a ortak koÅŸtukları putların ve eÅŸlerin, Allah'ın kulları ve O'nun mülkü olduÄŸunu itiraf etmektedirler. Nitekim onlar telbiye-lerinde: Buyur Rabbımız, senin ortağın yok. Bir tek ortak var o da senindir. Sen, ona mâlik olursun fakat o, sana mâlik olamaz, derlerdi. Allah Teâlâ da buyurur ki: «O, size kendinizden (müşâhade edip anlayabileceÄŸiniz) bir örnek verdi: Size verdiÄŸimiz rızıklarda, emriniz al-tında bulunan kölelerinizin de eÅŸit olarak hak sahibi olmalarına razı olur musunuz? (Sizden birisi kölesinin kendi malında kendisiyle eÅŸit olarak ortaklığına asla razı olmaz.) Birbirinizi saydığınız gibi bunları da sayar mısınız? (Malları onların sizinle paylaÅŸmasından korkar mısınız?)» Ebu Miclez der ki: Şüphesiz ki senin kölen senin malım seninle ortak olarak paylaÅŸmaktan korkmaz. Zâten bu ona düşmez de. İşte Allah Teâlâ da böyledir, O'nun ortağı yoktur.
Âyetin anlamını şöyle Özetleyebiliriz: Elbette sizden birisi buna razı olmaz. O halde Allah'a O'nun yaratıklarından nasıl eÅŸler, denkler uyduruyorsunuz? Bu, Allah Teâlâ'nm ÅŸu kavli gibidir: «BeÄŸenmediklerini Allah'a mal ederler.» (Nahl, 62). Burada kızlar kasdedilmektedir. Zîrâ onlar Allah'ın kulları olan meleklerin, diÅŸiler olduÄŸunu ileri sürüyor ve Allah'ın kızları olduÄŸunu söylüyorlardı. «Onlardan birine bir kızı olduÄŸu müjdelenirse yüzü simsiyah kesilir. Kendisine verilen kötü müjde yüzünden halktan gizlenmeye çalışır. Utana utana tutsun mu, yoksa topraÄŸa mı gömsün?» (Nahl, 59). Onlar kız çocuklarından hoÅŸlanmıyorlar fakat meleklerin Allah'ın kızları olduÄŸunu söyleyerek kendileri için razı olmadıkları bir ÅŸeyi Allah'a nisbet ediyorlardı. İşte bu küfrün en ağındır. Bu makamda da anlatılıyor ki: onlar, Allah'ın yaratıklarından ve kullarından O'na ortaklar koÅŸuyorlar. Halbuki onlardan tJİfisi kölesinin; malında kendisiyle eÅŸit olacak ve dilerse malını onunla beraber paylaÅŸacak bir ortağı olmasını hiç bir ÅŸekilde kabule yanaÅŸmamaktadır. Allah Teâlâ elbette bundan yücedir, uzaktır. Taberânî der ki: Bize Mahmûd îbn Ferec el-Isbahânî'nin... İbn Abbâs'tan rivayetine göre o, şöyle demiÅŸ: Müşrikler: Buyur ey Allah'ımız, buyur. Senin ortağın yok. Bir tek ortak var, o da senindir. Sen ona mâlik olursun fakat o, sana mâlik olamaz, diye telbiye getirirlerdi. Bunun üzerine Allah Teâlâ: «Size verdiÄŸimiz rızıklarda, emriniz altında bulunan kölelerinizin de eÅŸit olarak hak sahibi olmalarına razı olur ve birbirinizi saydığınız gibi bunları da sayar mısınız?» âyetini indirdi.
Allah Teâlâ bu misâl ile evleviyyetle zâtının bundan uzak ve berî olduÄŸuna tenbîhten sonra şöyle buyurur: «Ä°ÅŸte Biz âyetleri aklını kullanacak bir kavim için böyle açıklarız.»
Daha sonra Allah Teâlâ zâtının dışında herhangi bir ÅŸeye müşriklerin sâdece beyinsizlikleri ve bilgisizlikleri sebebiyle tapındıklarını beyânla şöyle buyurur: «Hayır, o zulmeden (müşrik) ler körü körüne, bilgisizce kendi heveslerine uymuÅŸlar, (Allah'a denk koÅŸtuklarına tapınmışlar) dır. Allah'ın saptırdığı kimseyi kim doÄŸru yola iletebilir? (Elbette Allah'ın, hakkında sapıklık yazdığı bir kimseyi hidâyete eriÅŸtirecek kimse yoktur.) Onların yardımcıları da yoktur.» Allah'ın kudretinden onları kurtaracak kimse yoktur. Onlar bundan ayrılıp sapamaya-caklardır da. Zîrâ O'nun dilediÄŸi olur, dilemediÄŸi ise olmaz.
30 — Öyle ise sen yüzünü Hanîf olarak dine, Allah'ın fıtratına çevir ki O, insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışında deÄŸiÅŸme yoktur. İşte dosdoÄŸru din budur. Ama insanların çoÄŸu bilmezler.
31 — Hepiniz O'na dönün, O'ndan korkun. Namaz kılın ve müşriklerden olmayın.
32 — Onlar ki dinlerinde ayrılığa düşüp fırka fırka olmuÅŸlardır. Her zümre kendi yanında olanla sevinir durur.
Allah'ın Fıtratı
Allah Teâlâ burada şöyle buyuruyor: Sen yüzünü doÄŸrult, Allah'ın senin için meÅŸru' kıldığı ve seni iletmiÅŸ olduÄŸu İbrahim'in dini, olan Hanif dini üzere devam et. Allah seni ona iletmiÅŸ ve onu senin için kemâl derecesine yükseltmiÅŸtir. Bununla birlikte sen Allah'ın yaratıklarını üzerine yaratmış olduÄŸu fıtrat-ı Selîme'ye yapış. Şüphesiz Allah Teâlâ yaratıkların zâtını bilme, birleme ve O'ndan baÅŸka ilâh olmadığını ikrar üzere yaratmıştır. Nitekim bu, daha Önce ((Kendilerini nefislerine şâhid tutmuÅŸ, Ben sizin Rabbınız deÄŸil miyim? demiÅŸti. Onlar da demiÅŸlerdi ki: Evet biz buna ÅŸahidiz.» (A'râf, 172) âyetinde geçmiÅŸti. Bir hadîste şöyle buyrulur: Şüphesiz Ben kullarımı muvahhidler olarak yaratmışımdır. Sonra ÅŸeytânlar onları dinlerinden saptırmıştır. Hadîslerde bize anlatıldığına göre Allah Teâlâ yaratıklarını İslâm üzere yaratmış; sonra yahûdîlik, hırıstiyanlık veya mecûsilik gibi bozuk dinler ortaya çıkmıştır.
«Allah'ın yaratışında deÄŸiÅŸme yoktur.» Bazıları derler ki: Buranın anlamı ÅŸudur: Allah'ın yaratışını deÄŸiÅŸtirmeyiniz ki insanları Allah'ın üzerinde yaratmış olduÄŸu fıtratlarından çevirmiÅŸ olmayasanız. Buna göre âyet istek anlamında haberdir. Nitekim «Kim oraya girerse emîn olur.» (Âl-i İmrân, 97) âyetinde olduÄŸu gibi. Bu güzel ve sıhhatli bir anlamdır. Bir baÅŸkaları ise şöyle diyorlar: Burası haberdir (bir istek ihtiva etmez) ve anlamı da şöyledir: Allah Teâlâ bütün yaratıklarım dosdoÄŸru cibilliyyet üzerine yaratmada eÅŸit tutmuÅŸtur. Onlardan her doÄŸan bu fıtrat üzerine doÄŸar. Bu konuda insanlar arasında farklılık yoktur. Bu sebepledir ki İbn Abbâs, İbrahim Nehaî, Saîd İbn Cübeyr, Mü-câhid, İkrime, Katâde, Dahhâk ve İbn Zeyd, «Allah'ın yaratışında deÄŸiÅŸme yoktur.» âyetini: Allah'ın dininde deÄŸiÅŸme yoktur, ÅŸeklinde anlamışlardır. Buhârî «Allah'ın yaratışında deÄŸiÅŸme yoktur.» âyetini: Allah'ın dininde deÄŸiÅŸme yoktur. Evvelkilerin yaratılışı evvelkilerin dinidir. Din ve fıtrat İslâm'dır, ÅŸeklinde açıklamıştır. Buhârî der ki: Bize Abdân'ın... Ebu Hüreyre'den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuÅŸ: DoÄŸan hiç bir çocuk yoktur ki fıtrat üzere doÄŸmasın. Ana babası onu yahûdîleÅŸtirir veya hırıstiyanlaÅŸtırır veya mecûsîleÅŸtirir. Nasıl ki bir hayvan doÄŸurduÄŸunda organları tamâm olarak doÄŸurur. Sen onlarda burun, kulak veya herhangi bir uzuv eksikliÄŸi hisseder misin? Sonra Allah Rasûlü: «Ã–yle ise sen yüzünü muvahhid olarak dine, Allah'ın fıtratına çevir ki, Allah insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışında deÄŸiÅŸme yoktur. İşte dosdoÄŸru din budur.» âyetini okumuÅŸtur. Müslim, ^hadîsi Abdullah İbn Vehb kanalıyla... Zührî'den rivayet etmiÅŸtir. Ayrıca Buhârî ve Müslim hadîsi Abdürrezzâk kanalıyla... Ebu Hüreyre (r.a.)den, o da Hz. Peygamber (s.a.)den ÅŸeklinde-bir İsnâd ile tahrîc etmiÅŸlerdir. Aynı mealde sahâbe'den bir cemâatten muhtelif hadîsler vârid olmuÅŸtur. Esved İbn Serî et-Temîmî'den rivayet edilen ÅŸu hadîs bunlardandır:
İmâm Ahmed der ki: Bize İsmail'in... Esved İbn Serî'den rivayetinde o, şöyle anlatıyor: Allah Rasûlü (s.a.)ne geldim ve onunla beraber savaştım. Bir de binit ele geçirdim. O gün insanlar o kadar çok kişi öldürdüler ki çocukları bile öldürdüler. Bu Allah Rasûlü (s.a.)ne ulaştığında: İnsanlara ne oluyor ki bugün ölümü geride bırakmışlarda soylarını doğruyorlar, buyurdu. Bir adam: Ey Allah'ın elçisi, bunlar müşriklerin çocukları değil mi? diye sordu da Efendimiz: Uyanık olunuz; sizin hayırlılarınız ancak müşriklerin çocuklarıdır, buyurdu. Sonra da: Zür-riyeti öldürmeyiniz, zürriyeti öldürmeyiniz deyip şöyle devam ettiler: Dili ile ifâde edebileceği zamana kadar her insan fıtrat üzere doğar. Sonra ana babası onu yahûdîleştirir veya hırıstiyanlaştırır. Hadîsi Ne-seî siyer bahsinde Ziyâd İbn Eyyûb kanalıyla... Hasan el-Basrî'den rivayet etmiştir. İmâm Ahmed der ki: Bize Hâşim'in... Câbir İbn Abdullah'tan rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuş: Her doğan fıtrat üzere doğar. Bu, dili ile ifâde edebileceği zamana kadardır. Dili ile ifâde edebildiği zaman ise ya şükreden veya nankör olur. Yine îmâm Ahmed der ki: Bize Affân'ın... İbn Abbâs (r.a.)tan rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.)ne müşriklerin çocuklan sorulmuştu. Onları yarattığı zamanda şüphesiz Allah onların neler işleyeceklerini en iyi bilendir, buyurdu. Buhârî ve Müslim hadîsi Sahîh'lerinde Ebu Bişr Ca'fer İbn İyâz el-Yeşkürî kanalıyla... İbn Abbâs'tan merfû' olarak rivayetle tahrîc etmişlerdir. Yine İmâm Ahmed'in Affân kanalıyla... İbn Abbâs'tan rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Ben bir zaman: Müslümanların çocukları müslümanlarla, müşriklerin çocukları da müşriklerle beraberdir, demeye devam ettim. Nihayet filân, filândan bana rivayet etti ki Allah Rasûlü (s.a.)ne onların durumu sorulmuş da: Onların ne yapagelmek-te olduklarım Allah en iyi bilendir, buyurmuş. Ben o adama kavuştum da bana bu hadîsi haber verdi ve ben de daha önce söylemekte olduğum sözümü bir daha söylemedim. İmâm Ahmed'in Yahya İbn Saîd kanalıyla... İyâz İbn Himâr el-Mücâşiî'den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) bir gün hutbesinde şöyle buyurmuş: Şüphesiz ki Rabbım bana şu günümde bana öğrettiklerinden sizin bilmediklerinizi size öğretmemi emretti: Kullanma vermiş, bahşetmiş olduğum her mal helâldir. Şüphesiz Ben kullarımı bütünüyle muvahhidler olarak yaratmışımdır. Sonra şeytânlar gelerek onları dinlerinden saptırmış; Benim onlara helâl kıldığım şeyleri haram kılmış, kendisine bir bilgi verilmemişken Bana ortak koşmalarını onlara emretmiştir. Sonra Allah Teâlâ yeryüzü halkına bakıp kitâb ehlinden olanlar dışında arap ve arap olmayanlara öfkelendi ve: Ben seni gönderdim ki seni deneyeyim ve onları da seninle deneyeyim. Sana öyle bir kitâb indirdim ki onu su yıkayıp silemez. Sen onu uyurken ve uyanıkken okursun. Sonra Allah Teâlâ bana Kureyş'i yakmamı emretti. Ben: Rabbım, o zaman başımı ezerler ve beni ekmek kırıntısı haline getirirler. Buyurdu ki: Seni çıkardıkları gibi onları çıkar, onlarla savaş ki, Biz seni onlarla savaşa hazırlayalım. Onlara in-fâkda bulun ki biz de sana infâkda bulunalım. Onların üzerine bir ordu gönder ki biz de onun beş mislini gönderelim. Sana itaat edenlerle bir ukte, sana karşı gelenlerle savaş. Allah Rasûlü (s.a.) buyurdu ki: Cennet ehli üçtür: Güç kuvvet sahibi, adaletli, tasadduk eden, tevfîka ulaşmış kişi. Her bir akrabasına ve müslümanlara karşı kalbi merhametli olan kişi. İffetli, fakir ve tasaddukta bulunan kişi. Cehennemlikler de beştir: Gücü kuvveti olmayan ve size tâbi olan, aile ve malda gözü olmayan zayıf kimseler. Ne kadar ince olursa olsun kendisine bir ümit göründüğünde hemen ihanet eden hâin. Sabah-akşam ailen ve malın konusunda seni aldatmaya çalışan kişi. Allah Rasûlü cimriyi veya yalancıyı ve ahlâksızı da zikretti. Hadîsi sâdece Müslim tahrîc etmiş olup muhtelif kanallardan olmak üzere Katâde'den rivayet etmiştir.
«Ä°ÅŸte dosdoÄŸru din budur.» Åžeriata ve fıtrat-ı selîmeye yapışmak dosdoÄŸru dindir. «Ama insanların çoÄŸu bilmezler.» İnsanların çoÄŸu bilmediÄŸi içindir ki ondan yüz çeviriyorlar. Nitekim Allah Teâlâ baÅŸka âyet-i kerîmelerde de şöyle buyurur: «Sen ne kadar hırs göstersen de yine insanların çoÄŸu inanmazlar.» (Yûsuf, 103), «EÄŸer sen yeryüzünde bulunanların çoÄŸunluÄŸuna uyarsan, seni Allah'ın yolundan saptırırlar...» (En'âm, 116).
«O'na yönelmiÅŸler olarak O'ndan korkun.» İbn Zeyd ve İbn Cüreyc âyetteki ( jw« ) kelimesini: «O'na dönenler olarak, ÅŸeklinde açıklamışlardır. «Ondan korkun,» O'nu gözetin, en büyük itaat olan «namaz kılın ve müşriklerden olmayın» Allah'tan baÅŸkasına duâ etmeyin, ibâdeti sâdece Allah'a tahsis eden muvahhidler olun. îbn Cerîr der ki: Bize İbn Humeyd'in... Yezîd tbn-Ebu Meryem'den rivayetinde o, şöyle anlatmış: Hz. Ömer (r.a.), Muâz İbn Cebel'e uÄŸrayıp; Bu ümmetin dayanağı nedir? diye sormuÅŸtu. Muâz şöyle cevabladı: Üçtür. Bunlar bu ümmeti kurtarıcı olan üç ÅŸeydir: Allah'ın insanları üzerinde yaratmış olduÄŸu Allah'ın fıtratı olan ihlâs, din olan namaz, ismet olan itaat. Hz. Ömer: DoÄŸru söyledin, dedi. Yine İbn Cerîr'in Ya'kûb kanalıyla... Epn Kılâbe'den rivayetine göre Hz. Ömer Muâz'a: Bu iÅŸin dayanağı nedir? diye sormuÅŸ... Ve râvî hadîsi yukardakine benzer ÅŸekilde nakletti.
«Dinlerinde ayrılığa düşüp fırka fırka olanlardan olmayın.- Her fırka kendi yanında olanla sevinir durur.»,Dinlerini parça parça eden; deÄŸiÅŸtiren ve bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr eden müşrikler gibi olmayın. Bazıları âyeti: Dinlerini arkalanna atıp terk ettiler, anlamına gelecek ÅŸekilde okumuÅŸlardır. Bunlar ehl-i İslâm dışındaki diÄŸer bâtıl din sâlikleri ile putlara tapanlar, mecûsîler, hırıstiyanlar ve yahûdiler gibi olanlardır. Nitekim Allah Teâlâ: «Dinlerini parça parça edenler, bölük bölük olanlar yok mu; senin onlarla hiç bir alâkan yoktur. Onların iÅŸi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra O, ne yaptıklarını kendilerine haber verecektir.» (En'âm, 159) buyurur ki, bizden önceki dinlere sâlik olanlar, aralarındaki konularda muhtelif görüşlere, bâtıl dinlere ayrılmışlardır. Onlardan her bir fırka kendisinin hak üzere olduÄŸunu sanmıştır. Bu ümmet de aralarındaki konularda mezheblere ayrılmıştır. Birisi hâriç hepsi sapıklıktadır. O müstesna olan birisi ise Allah'ın Kitâb'-ma, Rasûlü (s.a.)nün Sünnet'ine, sahabe, tabiîn, eski ve yeni zamanda müslümanların imamlarının üzerinde bulundukları yola sarılan ehl-i sünnet ve'1-cemâat'tir. Nitekim Hâkimin Müstedrek'inde rivayet edildiÄŸine göre, Allah Rasûlü (s.a.)ne bu fırkalar içindeki Fırka-ı Naciye sorulmuÅŸ da: Benim ve ashabımın durumunda olanlar, buyurmuÅŸ.
33 — İnsanlara bir zarar dokununca Rablarına dönerek O'na yalvarırlar. Sonra onlara katından bir rahmet tattırınca bakarsınız ki, içlerinden bir gurup Rablarına ÅŸirk koÅŸup durmaktadır.
34 — Kendilerine verdiÄŸimize nankörlük etmeleri için. Sefa sürün bakalım, yakında bileceksiniz.
35 — Yoksa onlara ortak koÅŸmalarını söyleyen bir delil mi indirdik?
36 — Ne zaman da insanlara bir rahmet tattırdı ise onunla sevinirler. Ama yaptıklarından dolayı baÅŸlarına bir kötülük gelirse, hemen ümidlerini kesiverirler. -
37 — Görmezler mi ki Allah, rızkı dilediÄŸine yayıp geniÅŸletir ve kısar da. Muhakkak ki bunda inanan bir kavim için âyetler vardır.
Allah Teâlâ insanların, sıkıntı hallerinde tek ve ortağı olmayan Allah'a duâ ettiklerini haber veriyor. Onlara nimetlerini haber veriyor. Onlara nimetlerini bol bol verdiği zamanda ise onlardan bir grup irâde ve ihtiyarlarını kullanabildikleri durumda hemen Allah'a şirk koşarak O'nunla beraber bir başkasına tapınırlar.
«Kendilerine verdiÄŸimize nankörlük etmeleri için.» âyetinin başında bulunan ( Ij^^iO ) daki lâm edatı bazılarına göre akıbet, netice bildiren bir harftir. DiÄŸer bazılarına göre ise sebeb bildiren bir edattır. Fakat bu edat Allah'ın bunları onlara takdir etmesi için bir sebep bildirmektedir. Sonra Allah Teâlâ onları: «Yakında bileceksiniz.» kavli ile tehdîd etmiÅŸtir. Birisi şöyle diyor: Allah'a yemîn ederim ki ÅŸayet beni bir kale muhafızı tehdîd etmiÅŸ olsaydı ondan korkardım. Burada tehdîd eden zât; bir ÅŸeye; ol, deyiverince hemen oluveren Allah Teâlâ ise durum nice olur?
Allah Teâlâ delilsiz, huccetsiz ve bürhânsız olarak putlara tapınmayı uyduran müşrikleri reddederek şöyle buyurur: «Yoksa onlara ortak koÅŸmalarını söyleyen bir delil mi indirdik?» Buradaki soru istif-hâm-ı inkârîdir. Yani ortada böyle bir ÅŸey yoktur.
«Ne zaman da insanlara bir rahmet tattırdı isek onunla sevinirler. Ama yaptıklarından dolayı baÅŸlarına bir kötülük gelirse, hemen ümid-lerini kesiverirler.» Burada insan ayıplanmaktadır ki, o ancak Allah'ın koruduÄŸu ve muvaffak kıldığı bir varlıktan ibarettir. Halbuki insana bir nimet isabet ettiÄŸinde şımarıp azar ve: «Kötülükler gitti başımdan, diyerek kendi kendine sevinir ve baÅŸkalarına karşı övünüp büyüklenir.» (Hûd, 10). Başına bir zorluk geldiÄŸinde ise ümitsizliÄŸe düşer ve bundan sonra bütün bütüne bir hayrın gelmesinden ümidini keser. Allah Teâlâ: «Ancak sıkıntıya, darlığa sabredip bollukta sâlîh ameller iÅŸleyenler müstesna.» buyurmuÅŸtur. Nitekim sahih bir hadîste de şöyle buyrulur: Mü'-mine ÅŸaşılır; Allah onun için ne takdir buyurmuÅŸsa bu onun için ancak bir hayır olur: BolluÄŸa kavuÅŸursa şükreder de bu onun için hayır olur. Darlığa düşerse sabreder de bu onun için hayır olur.
«Görmezler mi ki Allah, rızkı dilediÄŸine yayıp bir ölçüye göre verir.-» Hikmeti ve adaleti ile bunda yegâne tasarruf sahibidir. Bir kavmin rızkını geniÅŸletir de diÄŸer bazılarının rızkını daraltır. Muhakkak ki bunda inanan bir kavim için âyetler vardır.»
38 — Akrabaya, yoksula ve yolda kalmışa hakkını ver. Bu, Allah'ın rızâsını dileyenler için daha hayırlıdır ve iÅŸte onlar kurtuluÅŸa erenlerdir.
39 — İnsanların malları içinde artsın diye verdiÄŸiniz faiz Allah katında artmaz. Allah'ın rızâsını dileyerek verdiÄŸiniz zekât ise böyle deÄŸildir. İşte onlar; sevâblarını kat kat artıranlardır.
40 — Sizi yaratan, sonra rızıklandıran, sonra öldüren ve daha sonra dirilten de Allah'tır. O'na koÅŸtuÄŸunuz ortaklarınızdan böyle bir ÅŸey yapan var mıdır? Allah, onların koÅŸtukları ortaklardan münezzehtir, yücedir.
Allah Teâlâ akrabaya iyilik ve sıla-ı rahmde bulunmayı; harcayacak bir ÅŸeyi olmayan veya yanında bulunanlar kendisine yetmeyen yoksula, nafakayı ve yolculuÄŸunda ihtiyâç duyduklarına muhtaç olan yolda kalmışa hakkını vermeyi emrediyor. Bu, Allah'ın rızasını, en yüce gaye olan kıyamet günü Allah'a bakmayı dileyenler için daha hayırlıdır. Ve iÅŸte onlar hem dünyada, hem de âhirette kurtuluÅŸa erenlerdir. «Ä°nsanların malları içinde artsın diye verdiÄŸiniz faiz Allah katında artmaz.» Kim insanlara verdiÄŸinden daha fazlasını kendisine vermeleri için bir hediyye verirse bunun Allah katında onun için bir sevabı yoktur. İbn Abbâs, Mücâhid, Dahhâk, Katâde, İkrime, Muhammed İbn Kâ'b ve Åža'bî, âyeti böyle tefsir etmiÅŸlerdir. Her ne kadar bunun sevabı yoksa da mubahtır. Åžu kadar var ki bu Allah Rasûlü (s.a.)ne mahsûs olarak yasaklanmıştır. Bu Dahhâk'in kavli olup «VerdiÄŸini çok görerek baÅŸa kakma.» (Müddessir, 6) âyetini buna delil getirir. Yani daha fazlasını isteyerek bir iyilikte bulunma, hediyye verme demektir. İbn Abbâs: Faiz ikidir. Bir taiz vardır ki, doÄŸru deÄŸildir —İbn Abbâs bu faizle satıştaki faizi kasdediyor— bir faiz daha vardır ki bunda bir beis yoktur. Bu; kiÅŸinin daha fazlasını umarak verdiÄŸi hediyyedir, demiÅŸ sonra da: «Ä°nsanların mallan içinde artsın diye verdiÄŸiniz faiz Allah katında artmaz.» âyetini okumuÅŸtur. Allah katındaki sevâb ancak zekâtadır. Bu sebepledir ki: «Allah'ın rızâsını dileyerek verdiÄŸiniz zekât ise böyle deÄŸildir. İşte onlar, sevâblarım kat kat artıranlardır. (Allah'ın sevâb ve mükâfatlarını kat kat artırdığı kimseler.)» buyurmuÅŸtur. Sahîh bir hadîste şöyle buyrulur: Bir kimse temiz kazançtan bir denk hurma tasad-duk ettiÄŸinde Rahman onu kudret eliyle alır ve hurma, Uhud dağından daha büyük oluncaya kadar sahibi için sizden birinin tayını veya deve yavrusunu yetiÅŸtirip büyüttüğü gibi arttırıp büyütür.
«Sizi yaratan, sonra rızıklandıran Allah'tır.» Yaratıcı ve rızık verici O'dur. İnsan annesinin karnından çıkarken bilgisiz, duygusuz, görgüsüz ve çıplak olarak doÄŸar. Bundan sonra Allah Teâlâ ona örtüler, elbiseler, mal, emlâk ve kazançlar bahÅŸeder.» Nitekim İmâm Ahmed'in Ebu Muâviye kanalıyla... Hâlid'in oÄŸulları Habbe ve Sevâ'dan rivayetine göre onlar şöyle anlatmış: Hz. Peygamber (s.a.)in yanına girdik. Bir ÅŸeyler düzeltiyordu. Ona yardım ettik. Şöyle buyurdu: BaÅŸlarınız hareket ettiÄŸi sürece rızıktan ümid kesmeyiniz. Şüphesiz insanı annesi, üzerinde elbise olmaksızın kıpkızıl et olarak doÄŸurur. Sonra Allah Teâlâ onu nzıklandırır.
«Bu hayattan «sonra sizi öldüren» ve daha sonra kıyamet günü «dirilten» de Allah'tır. (Allah'ın dışında tapınageldiÄŸiniz ve) O'na koÅŸtuÄŸunuz ortaklarınızdan böyle bir ÅŸey yapan var mıdır?» Onlardan hiç birisi bunlardan hiç bir ÅŸeyi yapmaya güç yetiremez. Bilakis Allah Teâlâ yaratma, rızık verme, diriltme ve öldürmede eÅŸsizdir. Sonra kıyamet günü yaratıkları tekrar diriltecektir. Bu yüzden bütün bunlardan sonra: «Allah, onların koÅŸtukları ortaklardan münezzehtir, yücedir.» buyurmuÅŸtur. O yücedir, münezzehtir, ortağı veya benzeri veya eÅŸiti veya çocuÄŸu veya babası olmaktan yücedir, Azîz'dir, büyüktür. Aksine hiç bir dengi olmayan, doÄŸmayan, doÄŸurmayan, Ehâd, Ferd ve Samed olandır.
41 — insanların elleriyle iÅŸlediklerinden dolayı karada ve denizde Fesâd belirdi. Ki yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın. Belki dönerler.
42 — De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da daha önce geçenlerin akıbetinin nasıl olduÄŸunu görün. Onların çoÄŸu müşrik idiler.
Karada ve Denizde Fesâd
İbn Abbâs, İkrime, Dahhâk, Süddî ve baÅŸkaları derler ki: Burada karadan maksad su bulunmayan yerler, çöllerdir. Denizden nıaksad ise ÅŸehirler ve kasabalardır. İbn Abbâs ve İkrime'den gelen bir rivayete göre ise deniz; ÅŸehirler ve kasabaların nehir kenarında olanlarıdır. BaÅŸkaları ise şöyle diyor: Karadan maksad bilinen kara, denizden maksad da bilinen denizlerdir. Zeyd İbn Rufey' der ki: «Ä°nsanların elleriyle iÅŸlediklerinden dolayı karada ve denizde bozgun belirdi.» Karada yaÄŸmur kesildi de peÅŸinden kıtlık geldi. Denizde yaÄŸmur kesildi de deniz hayvanları kör oldu. Zeyd İbn Rufey'in bu sözünü İbn Ebu Hatim rivayet etmiÅŸtir. Yine İbn Ebu Hâtim'in Muhammed İbn Abdullah İbn Yezîd kanalıyla... Mücâhid'den rivayetine göre o, âyeti şöyle açıklıyor: Karadaki bozukluk ÂdemoÄŸulunun öldürülmesi, denizdeki bozukluk ise gemilerin gasb yoluyla alınmasıdır. Ata el-Horasânî karadan maksadın karadaki ÅŸehirler ve kasabalar, denizlerden maksadın da denizdeki adalar olduÄŸunu söylemiÅŸse de birinci açıklama daha kuvvetli olup çoÄŸunluk bu görüştedir ve Muhammed İbn İshâk'm es-Sîre'sinde zikretmiÅŸ olduÄŸu ÅŸu haber de bunu desteklemektedir: Allah Rasûlü (s.a.) Eyle kralı ile barış yaptı ve ülkesinde ona mektup yazdı (ülkesinin idaresini ona bıraktı).
«Ä°nsanların elleriyle iÅŸlediklerinden dolayı karada ve denizde bozgun belirdi.» âyetinin anlamı ÅŸudur: Şüphesiz ki meyveler ve ekinler-deki eksiklik günâhlar sebebiyledir (Allah'a isyan olan iÅŸler sebebiyledir). Ebu'l-Âliye der ki: Kim yeryüzünde Allah'a âsî gelmiÅŸse şüphesiz yeryüzünde bozgunculuk yapmıştır. Zîrâ yeryüzü ve göğün düzeni Allah'a itaat iledir. Bu sebepledir ki Ebu Davud'un rivayet etmiÅŸ olduÄŸu bir hadîste şöyle buyrulur: Muhakkak ki yeryüzünde yerine getirilen, uygulanan bir hadd cezası, yeryüzü ehli için onlara kırk sabah yaÄŸmur yaÄŸdırılmasından daha sevimlidir. Bunun sebebi cezalar uygulandığı zaman insanların veya çoÄŸunluÄŸunun veya onlardan bir çoÄŸunun haramları iÅŸlemekten kendilerini alıkoymalarıdır. Allah'a isyan olan ameller iÅŸlendiÄŸi zaman bu, gökten ve yerden bereketlerin sona ermesine sebep olur. Bu sebepledir ki Hz. İsâ (a.s.), âhir zamanda indiÄŸi zaman bu tertemiz ÅŸeriatla hükmedecek; domuzlan öldürecek, haçı kıracak ve cizyeyi kaldırarak insanlar sâdece İslâm'ı (müslüman olmalarını) veya kılıca razı olmalarını kabul edecektir. Allah Teâlâ onun zamanında Dec-câl ile ona uyanları, Ye'cûc ve Me'cûc'u helak buyurduÄŸu zaman yeryüzüne: Bereketlerini çıkar, denilecek. Bir nardan bir insan topluluÄŸu yiyecek (ve doyacaklar) kabuÄŸu ile gölgelenecekler. SaÄŸmal bir devenin sütü insanlardan bir topluluÄŸa yeterli olacak. Bu, ancak Allah Rasûlü (s.a.)nün ÅŸeriatının uygulanmasının bereketiyle olacaktır. Ne zaman ki adalet yerine getirilir iÅŸte o zaman bereketler ve hayır çoÄŸalır. Sa-hîh bir hadîste şöyle buyrulur: Muhakkak ki bir günahkâr öldüğünde kullar, ülkeler, aÄŸaçlar ve canlılar (hayvanlar) rahata ererler. İmâm Ahmed İbn Hambel der ki: Bize Muhammed ve Hüseyn'in Avf'dan, onun da Ebu Kahzem'den rivayetlerine göre o, şöyle anlatmış: Ziyâd —veya İbn Ziyâd— zamanında birisi içinde hurma gibi taneler olan bir kese bulmuÅŸ. Tanelerin üzerinde şöyle yazılıymış: Bu, adaletle iÅŸ görülen bir zamanın bitkisidir. Mâlik'in Zeyd İbn Eslem'den rivayetine göre âyetteki bozgun ile ÅŸirk kasdedilmektedir. Ama bu açıklama şüphelidir.
«Ki (Allah) yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın. Belki dönerler.» Onları katından bir deneme ve yaptıklarının bir karşılığı olarak mallarının, nefislerinin ve meyvelerinin eksikliÄŸi ile dener. Belki günâhlarından dönerler. Nitekim Allah Teâlâ baÅŸka bir âyet-i kerîme'de şöyle buyurur: «Belki dönerler diye onları güzellikler ve kötülüklerle denedik.» (A'râf, 168).
«De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da sizden önce geçenlerin akıbetinin nasıl olduÄŸunu görün. Onlann çoÄŸu müşrik idiler.» Bakın ki Allah'ın elçilerini yalanlama ve nankörlükleri yüzünden baÅŸlarına neler geldiÄŸini görün.
43 — Reddine asla imkân bulunmayan, Allah'ın o günü gelmezden önce, yüzünü dosdoÄŸru dine çevir. Ki o gün insanlar bölük bölük ayrılacaklardır.
44 — Kim küfrederse küfrü kendi aleyhinedir. Kim de sâlih amel iÅŸlerse kendisi için rahat bir yer hazırlamış olur.
45 — Ki, îmân edip sâlih ameller iÅŸleyenleri Allah'ın fazlından mükâfatlandırması içindir bu. Muhakkak ki O, kâfirleri sevmez.
Allah Teâlâ kullarına, zâtına itâatla doğruluğa koşmalarını, hayırlarda acele etmelerini emrediyor ve şöyle buyuruyor: Reddine asla imkân bulunmayan, Allah'ın olmasını dilediği takdirde hiç kimsenin geri çeviremeyeceği kıyamet günü gelmezden önce yüzünü dosdoğru dine çevir ki, o gün insanlar bölük bölük ayrılacaklar; bir böıük cennette, bir bölük cehennemde olacaktır. Kim küfrederse küfrü kendi aleyhinedir. Kim de sâlih amel işlerse kendisi için rahat bir yer hazırlamış olur. Ki, îmân edip sâlih ameller işleyenleri Allah'ın fazlından mükâfatlandırması içindir bu. Allah onlan fazlı ile mükâfâtlandıracaktır. Bir iyiliği on katından yediyüz katına ve dilediği bir miktara kadar olmak üzere, mükâfâtlandıracaktır. Muhakkak ki O, kâfirleri sevmez. Bununla birlikte onlar hakkında asla zulmetmeyen yegâne Âdil'dir O.
46 — Rüzgârları müjdeciler olarak göndermesi, rahmetinden size tattırması, emri ile gemilerin yüzmesi ve lutfundan rızık istemeniz O'nun âyetlerindendir. Belki şükredersiniz.
47 — Andolsun ki senden önce Biz, nice peygamberleri kendi kavimlerine göndermiÅŸizdir de onlara açık deliller getirmiÅŸlerdir. Ama Biz suç iÅŸleyenlerden öç aldık. Çünkü mü'minlere yardım etmek üstümüze bir haktır.
Rüzgârların Verdiği Müjde
Allah Teâlâ yaratıklarına olan nimetlerini anıyor. PeÅŸinden yaÄŸmurun geliÅŸini müjdeleyen rüzgârları rahmetinin önünden gönderdiÄŸini. O: «Rahmetinden size tattırması için...» buyurmuÅŸtur. Burada kulları ve ülkeleri diriltmek üzere indirmiÅŸ olduÄŸu yaÄŸmur kasdedilmektedir. «Emri ile gemilerin^denizde rüzgârla «yüzmesi ve» ülkeden ' ülkeye, bölgeden bölgeye gitmekle, ticâret ve maiÅŸet peÅŸinden koÅŸmakla «lut-fundan rızık istemeniz O'nun âyetlerindendir.» Olur ki, size sayılamayacak kadar çok, açık ve gizli nimetler bahÅŸettiÄŸinden dolayı Allah'a «ÅŸÃ¼kredersiniz.»
«Andolsun ki senden önce Biz, nice peygamberleri kendi kavimlerine göndermiÅŸizdir de onlara açık deliller getirmiÅŸlerdir. Ama biz suç iÅŸleyenlerden öç aldık.» Âyeti, Allah Teâlâ'nm kulu ve elçisi Muham-med'i kavminden ve insanlardan birçoÄŸunun onu yalanlamasına karşın bir teselliden ibarettir. Ümmetlerine apaçık deliller getirmelerine raÄŸmen geçmiÅŸ peygamberler de yalanlanmıştı. Ama Allah Teâlâ, onları yalanlayıp zıd gidenlerden intikam almış ve onlara inananları kurtarmıştır. «Ã‡Ã¼nkü mü'minlere yardım etmek üstümüze bir haktır.» Bu, fazlı ve keremiyle Allah Teâlâ'nm yüce zâtına hâs kılmış olduÄŸu bir haktır. Nitekim baÅŸka bir âyet-i kerîme'de şöyle buyurur: «Rabbınız rahmeti kendi üzerine yazmıştır.» (En'âm, 12). İbn Ebu Hâtim'in babası kanalıyla... Ebu Derdâ'dan rivayetine göre o, Allah Rasûlü (s.a.) nü şöyle buyururken iÅŸitmiÅŸ: KardeÅŸinin ırzını koruyan hiç bir müslü-man kiÅŸi yoktur ki, kıyamet günü cehennem ateÅŸini ondan çevirmesi Allah'ın üzerine bir hak olmasın. Sonra Allah Rasûlü: «Ã‡Ã¼nkü mü'minlere yardım etmek üstümüze bir haktır.» âyetini tilâvet buyurmuÅŸtur.
48 — Allah O'dur ki, rüzgârları gönderip bulutlan yürütür ve onları dilediÄŸi gibi gökte yayar ve kısım kısım yığar. Nihayet sen de aralarından yaÄŸmurun çıktığını görürsün. Allah'ın kullarından dilediÄŸine verdiÄŸi yaÄŸmurla onlar hemen seviniverirler.
49 — Halbuki daha önceden kendilerine yaÄŸmur indirilmesinden kesin olarak ümitlerini kesmiÅŸlerdi.
50 — Allah'ın rahmetinin belirtilerine bir baksana. Toprağı öldükten sonra nasıl diriltiyor? İşte O, bütün ölüleri de muhakkak diriltecek. O, her ÅŸeye kadirdir.
51 — Andolsun ki, bir rüzgâr gönderir de yeÅŸillikleri sarartırsak bunu görünce hemen nankörlüğe baÅŸlarlar.
Allah Teâlâ içerisinden suyu indirdiÄŸi bulutu nasıl yarattığını açıklayıp şöyle buyurur: «Allah O'dur ki, rüzgârları gönderip bulutları yürütür.» Birçoklarının zikrettiÄŸine göre, Allah Teâlâ bulutları denizden veya dilediÄŸi bir yerden yürütür. DilediÄŸi gibi gökte yayar, uzatır, çoÄŸaltır, geliÅŸtirir, azdan çok yapar, bir bulut meydana getirir de göz açıp kapayacak kadar sürede sen onun bir kalkan gibi olduÄŸunu görürsün sonra onu yayar ve nihayet bütün ufku doldurur. Bazan da yaÄŸmur deniz tarafından su dolu ve ağır olarak gelir. Nitekim baÅŸka bir âyet-i kerime'de: «O'dur ki, rahmetinin önünden rüzgârı müjdeci olarak gönderir. Nihayet bunlar ağır yüklü bulutları yüklendiÄŸinde Biz onu ölü bir memlekete gönderir, su indirir ve onunla her tür mahsûller yetiÅŸtiririz. İşte ölüleri de böylece çıkarırız. Tâ ki, iyice düşünüp ibret alasınız.» (A'râf, 57) buyrulurken burada da: «Allah O'dur ki, rüzgârları gönderip bulutları yürütür ve onları dilediÄŸi gibi gökte yayar ve kısım kısım yığar.» buyurmuÅŸtur. Mücâhid, Ebu Anır İbn Alâ, Matar el-Varrâk ve Katâde, âyetteki ( U-S" ) kelimesini; kısım kısım, ÅŸeklinde açıklamışlardır. Bir baÅŸkası ise; üst üste yığılmış diye açıklar ki Dahhâk böyle söylemektedir. Bir baÅŸkası şöyle diyor: Suyun çokluÄŸundan dolayı siyah olarak yığar. Sen onu siyah, ağır ve yere yakın olarak görürsün.
«Nihayet sen de aralarından yaÄŸmurun, (damlaların) çıktığım görürsün. Allah'ın kullarından dilediÄŸine verdiÄŸi yaÄŸmurla onlar (ihtiyâçları olan yaÄŸmurun üzerlerine inmesi ve kendilerine ulaÅŸması ile) hemen sevinirler. Halbuki daha önceden kendilerine yaÄŸmur indirilmesinden kesin olarak ümitlerini kesmiÅŸlerdir.» Yani kendilerine bu yaÄŸmurun ulaÅŸtığı o kavim, bundan önce yaÄŸmurun kendilerine inmesinden kesin olarak ümitlerini kesmiÅŸ durumdaydılar. YaÄŸmur indiÄŸi zaman mutlaka onların fakır ve muhtaç oldukları halde gelmiÅŸtir. Böylece yaÄŸmur onları sonsuz derecede sevindirmiÅŸ olur. Âyeti şöyle anlamak da mümkündür: YaÄŸmur inmezden önce onlar yaÄŸmura muhtaç durumdaydılar. Uzun süre onlara yaÄŸmur yaÄŸmamıştı. YaÄŸmurun yaÄŸacağını bildikleri zamanda yaÄŸmuru gözetleyip beklemiÅŸler ve fakat yaÄŸmur gecikmiÅŸ. Bir süre daha geçmiÅŸ, onlar yaÄŸmur gözetlemiÅŸler ama yine yaÄŸmamış. Artık yaÄŸmurdan bütünüyle ümitlerini kestikten sonra birden yaÄŸmur yaÄŸmaya baÅŸlamış; arazîleri ÅŸak ÅŸak olup kuruduktan sonra uyanmış, kabarmış ve her bir güzel bitkiden çift çift bitirmiÅŸtir. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ şöyle buyurur: «Allah'ın rahmetinin belirtileri olan yaÄŸmura bir baksana. Toprağı öldükten sonra nasıl diriltiyor?»
Devamla Allah Teâlâ, ölümünden, dağılıp parçalanmasından sonra cesedleri dirilteceÄŸine iÅŸaretle şöyle buyuruyor: «Ä°ÅŸte O, bütün ölüleri de muhakkak diriltecek.» Bunları yapan elbette ölüleri diriltmeye de «kadirdir.» Zîrâ O şüphesiz her ÅŸeye güç yetiricidir.
«Andolsun ki, bir rüzgâr gönderir de yeÅŸillikleri sarartırsak onu görünce hemen nankörlüğe baÅŸlarlar.» Âyetinde Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: Onların ektiÄŸi, yeÅŸerip geliÅŸmiÅŸ ve sapı üzerinde durabilir hale gelmiÅŸ ekinlerinin üzerine kuru bir rüzgâr gönderir de onlar, yeÅŸilliklerinin sararmaya ve bozulmaya baÅŸladığını görürlerse, hemen bu durumdan sonra kendilerine daha önceden verilen nimetleri inkâra, nankörlüğe baÅŸlarlar. Nitekim baÅŸka bir âyet-i kerîme'de şöyle buyrulur: «Åžimdi bana, ekmekte olduÄŸunuzu haber verin. Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa Biz miyiz bitirenler? Dilersek Biz onu çörçöp yaparız da ÅŸaÅŸar kalırsınız. DoÄŸrusu borç altına girdik, daha doÄŸrusu biz yoksul kaldık dersiniz? (Vakıa, 63-67). İbn Ebu Hatim der ki: Bize babamın... Abdullah îbn Amr'dan rivayetine göre o, şöyle demiÅŸ: Rüzgârlar çeÅŸit çeÅŸittir. Bunlardan dördü rahmet, dördü de azâbdır. Rahmet olanlar; yayıcı, müjdeleyici, birbiri ardınca gönderilen, esip savuran rüzgârlardır. Azâb olan rüzgârlar ise; akîm denilen kısır ve aşılama yapmayan rüzgâr ile sarsar adı verilen soÄŸuk yeldir. Bu ikisi karadadır. Bir de Âsıf ve Kâsıf adı verilen, ÅŸiddetle esen fırtına ÅŸeklinde iki tür rüzgâr daha vardır ki bu ikisi denizde olur.
İbn Ebu Hatim der ki: Bize İbn Vehb'in kardeÅŸi oÄŸlu Ebu Ubey-dullah'm... Abdullah İbn Amr'dan rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuÅŸ: Rüzgâr ikinci kat yeryüzünden müsahhar kılınmıştır. Allah Teâlâ Âd kavmini helak buyurmayı dilediÄŸinde, rüzgârın koruyucusuna Âd'ı helak edecek bir rüzgâr göndermesini emretmiÅŸti. Melek: Rabbım, onların üzerine öküzün burun deliÄŸi kadar bir rüzgâr göndereyim, dedi. Cebbar olan Rab Teâlâ: Hayır, buyurdu. Böyle yaparsan yeryüzü ve üzerindekileri tersyüz eder. Fakat onlara bir yüzük kadarını gönder. İşte bu Allah Teâlâ'nın kitabında: «Her uÄŸradığı ÅŸeyi bırakmayıp toza çeviriyordu.» (Zâriyât, 42) buyurduÄŸu husustur. Bu hadîs ÄŸarîbdir. Hz. Peygamber'e ref'î ise münkerdir. Göründüğü kadarıyla bu, Abdullah İbn Amr (r.a.)ın sözündendir.
52 — Bunun için sen, ölülere kat'iyyen iÅŸittiremezsin. Dönüp giden sağırlara da daveti duyuramazsın.
53 — Körleri sapıklıklarından vazgeçirip doÄŸru yola döndüremezsin. Sen âyetlerimizi ancak inananlara duyurabilirsin, tÅŸte onlar müslümanlardır.
Ölülere Duyurabilir misin Hiç?
Allah Teâlâ bu âyet-i kerîme'lerde şöyle buyuruyor: Nasıl ki kabir-lerindeki ölülere iÅŸittirmek, iÅŸitmeyen sağırlara sözünü ulaÅŸtırmak kudretine sâhib deÄŸilsin ve bununla beraber onlar sana arka çevirmektedirler; aynı ÅŸekilde hakka karşı kör olanları hidâyete erdirmeye ve onları sapıklıklarından çevirmeye de güç yetiremezsin. Bunlar ancak Allah'a aittir. DilediÄŸi zaman dirilerin seslerini ölülere iÅŸittirmek, dilediÄŸini hidâyete erdirmek ve dilediÄŸini sapıttırmak O'nun kudreti dahilindedir. O'nun dışında hiç kimseye bu güç verilmemiÅŸtir. Bu sebepledir ki şöyle buyurur: «Sen, âyetlerimizi ancak inananlara duyurabilirsin. İşte onlar müslümanlardır. (Allah'a boyun eÄŸen, O'na icabet eden ve O'na itaat edenlerdir. İşte hakkı iÅŸiten ve hakka tâbi olanlar da bunlardır.)» Bu, inananların durumudur. Birincisi ise kâfirlerin misâlidir. Nitekim baÅŸka bir âyet-i kerîme'de şöyle buyrulur: «Ancak dinleyenler icabet ederler. Ölülere gelince; onları Allah diriltir. Sonra O'na döndürülürler.» (En'âm, 36).
Abdullah İbn Ömer'in rivayet etmiÅŸ olduÄŸu bir hadîse göre; Hz. Peygamber (s.a.), Bedir kuyusuna atılmış ölülerle üç gün sonra konuÅŸmuÅŸ, onlan azarlamıştı. Nihayet Hz. Ömer ona: Ey Allah'ın elçisi, kokuÅŸmuÅŸ bir kavme ne diye hitâbedersin? demiÅŸti. Hz. Peygamber: Nefsim kudret elinde olan (Allah) a yemîn ederim ki siz benim söylemekte olduklarımı onlardan daha iyi iÅŸitir durumda deÄŸilsinizdir. Åžu kadar var ki onlar cevab veremezler. Abdullah İbn Ömer'in bu hadîsi rivayetine karşı mü'minlerin annesi Hz. ÂiÅŸe (r.a.) «Bunun için sen, ölülere kat'iyyen iÅŸittiremezsin.» âyetini delil getirerek Allah Rasûlü (s.a.) nün yukarıdaki sözünü şöyle te'vîl etmiÅŸtir: Şüphesiz ki onlar benim kendilerine söyleyegelmekte olduÄŸum ÅŸeylerin gerçek olduÄŸunu ÅŸu anda çok iyi bilmektedirler. Katâde der ki: Allah Teâlâ onları peygamberi için diriltmiÅŸ de onlar ibir azarlama, suçlama ve öç alma ÅŸeklinde onun sözünü iÅŸitmiÅŸlerdir. Alimler katında sahîh olan ise İbn Ömer'in rivayetidir. Zîrâ onun sahîh olduÄŸuna birçok yönlerden şâhidler vardır. Bu cümleden olarak İbn Abdülberr'in İbn Abbâs'tan merfû' olarak rivayet ettiÄŸi ve sahihtir dediÄŸi bir hadîste şöyle buyrulur: Bir kimse dünyada iken tanımakta olduÄŸu bir müslüman kardeÅŸinin kabrine uÄŸrar da ona selâm verirse Allah Teâlâ onun ruhunu kendisine iade eder de selâm verenin selâmına karşılık verir.
54 — Allah O'dur ki, sizi güçsüz olarak yaratmıştır. Güçsüzlükten sonra kuvvetli kılmış, sonra da kuvvetliliÄŸin ardından güçsüz ve ihtiyar yapmıştır. O, dilediÄŸini yaratır. O Alîm'.dir, Kadîr'dir.
Allah Teâlâ insanın yaratılışındaki tavırlarında bir halden baÅŸka bir hale geçip durduÄŸunu haber verir. İnsanın aslı topraktan, sonra nutfeden, sonra bir kan pıhtısından, sonra bir çiÄŸnem ettendir. Bunlardan sonra kemik olmuÅŸ, kemiÄŸe et giydirilmiÅŸ ve ona rûh üfürülmüş-tür. Daha sonra annesinin karnından zayıf, nahîf, güçsüz, kuvvetsiz olarak çıkmıştır. Daha sonra yavaÅŸ yavaÅŸ geliÅŸip küçük bir çocuk, yeni yetme bir genç, erginliÄŸe ulaÅŸmış bir genç, bir delikanlı olmuÅŸtur. Bu, güçsüzlükten sonra kuvvettir. Sonra zayıflamaya baÅŸlamış Önce orta yaÅŸlı bir insan, sonra ihtiyar, sonra pîr-i fânî olmuÅŸtur. İşte bu da kuvvetten sonra zayıflık, güçsüzlüktür. Himmeti, hareketi ve gücü zayıflamış, saçları aÄŸarmış, açık ve gizli özellikleri deÄŸiÅŸmiÅŸtir. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ şöyle buyurur: «Sonra da kuvvetliliÄŸin ardından güçsüz ve ihtiyar yapmıştır. O, dilediÄŸini yaratır. (Kulları hakkında dilediÄŸi ile tasarrufta bulunur.) O Âlim'dir, Kadîr'dir.» İmâm Ahmed der ki: Bize Vekî'nin... Atıyye el-Avfî'den rivayetine göre o, şöyle anlatmış: «Allah O'dur ki sizi güçsüz olarak yaratmıştır. Güçsüzlükten sonra kuvvetli kılmış, sonra da kuvvetliliÄŸin ardından güçsüz ve ihtiyar yapmıştır.» âyetindeki (
55 — Kıyametin kopacağı gün suçlular bir saattan baÅŸka kalmadıklarına yemin ederler, iÅŸte onlar böylece aldatılıp döndürülürler.
56 — Kendilerine bilgi ve îmân verilenler: Andolsun ki Allah'ın kitabında yazılan o yeniden diriliÅŸ gününe kadar kaldınız. İşte bu, yeniden diriliÅŸ günüdür. Ama siz bilmiyordunuz, derler.
57 — Zulmedenlerin o gün ma'zeret beyân etmeleri fayda vermez. Artık kendilerinden (Allah'ın hoÅŸnûd olacağı ÅŸeye) dönüşleri de istenmez.
Allah Teâlâ kâfirlerin dünyada ve âhirette bilgisiz olduklarını haber veriyor. Dünyada putlara tapınma bilgisizliÄŸini göstermiÅŸlerdir. Âhiretteki bilgisizlikleri ise daha büyük bir bilgisizlik olacaktır. Onların dünyada bir tek saat kaldıklarına dâir Allah'a yemîn edecek olmaları onlann bu bilgisizlikleri cümlesindendir. Onlar bununla aleyhlerine hüccet konulmadığı, onlara mühlet verilmediÄŸi ve dolayısıyla özürlerinin kaldırılmadığı niyyeti ve kasttı ile böyle söyleyeceklerdir. Allah Teâlâ: «Ä°ÅŸte onlar böylece aldatılıp döndürülürler. Kendilerine bilgi ve îmân verilenler: Andolsun ki Allah'ın kitabında yazılan o yemden diriliÅŸ gününe kadar kaldınız, derler.» buyurur ki, inanan bilgin kimseler dünyada iken onlann aleyhine nasıl hüccet koymuÅŸlar ise âhirette de kendilerine cevab verecek ve bir saattan baÅŸka dünyada kalmadıklarına yemîn ettikleri zaman onlara: «Yaratıldığınız günden yeniden diriltil-diÄŸiniz güne kadar amellerin yazıldığı kitabda o yeniden diriliÅŸ gününe kadar kaldınız. İşte İni, yeniden diriliÅŸ günüdür. Ama siz bilmiyordunuz.» diyeceklerdir.
Allah Teâlâ buyurur ki: «Zulmedenlerin kıyamet günü ma'zeret beyân etmeleri, iÅŸlediklerinden özür dilemeleri fayda vermez. Artık kendilerinden (Allah'ın hoÅŸnûd olacağı ÅŸeye, dünyaya) dönüşleri de istenmez.» Nitekim baÅŸka bir âyet-i kerîme'de de şöyle buyurmaktadır: «HoÅŸ tutulmalarım isteseler de artık hoÅŸ tutulmazlar.» (Fussilet, 24).
58 — Andolsun ki bu Kur'ân'da insanlar için her türlü misâli îrâd etmiÅŸizdir. Bununla beraber sen, onlara herhangi bir âyet getirmiÅŸ olsan küfredenler: Siz ancak bâtıl ÅŸeyler ortaya atanlarsınız, derler.
59 — İşte Allah bilmeyenlerin kalblerine böyle damga basar.
60 — Sabret, şüphesiz ki Allah'ın va'di haktır. Yakî-nen inanmayanlar seni hafifliÄŸe itmesinler.
Allah Teâlâ bu âyet-i kerîme'lerde buyurur ki: «Andolsun ki bu Kur'ân'da insanlar için her türlü misâli îrâd etmiÅŸ, (gerçeÄŸi onlara apaçık beyân etmiÅŸ ve hakkı lâyıkıyla anlayıp tâbi olmaları için onda kendilerine misâller vermiÅŸ) izdir. Bununla beraber sen, onlara herhangi bir âyet getirmiÅŸ olsan küfredenler: Siz ancak bâtıl ÅŸeyler ortaya atanlarsınız, derler.» Yani onlar ister kendi teklifleri ile ve gerekse baÅŸka ÅŸekilde olan herhangi bir âyet, bir mucize görseler ona inanmazlar. Onun bir büyü ve bâtıl olduÄŸuna inanırlar. Nitekim ayın yarılması ve benzeri mucizelerde böyle söylemiÅŸlerdir. Allah Teâlâ baÅŸka bir âyet-i kerîme'de: «DoÄŸrusu üzerlerine Rabbının sözü hak olanlar inanmazlar. Onlara her türlü âyet gelse bile. Elem verici azabı görünceye kadar.» (Yûnus, 96, 97) buyururken burada da şöyle buyurmaktadır: «Ä°ÅŸte Allah bilmeyenlerin kalblerine böyle damga basar. (Onlann sana zıd gitmelerine jye inâdlaÅŸmalarına) sabret, şüphesiz ki Allah'ın va'di haktır. Sana va'detmiÅŸ olduÄŸu yardımını yerine getirecek ve güzel akıbeti dünyada ve âhirette sana ve sana tâbi olanların üzerine kılacaktır. Yakînen inanmayanlar seni hafifliÄŸe itmesinler.» Allah'ın seni göndermiÅŸ olduÄŸu hak üzere, sabit kadem ol. Şüphesiz O, hakkında hiç bir şüphe olmayan gerçektir. Sakın ondan sapma. Zîrâ O'nun dışında tâbi olunacak bir hidâyet yoktur. Aksine bütün gerçek O'na münhasırdır.
Katâde'den rivayetle Saîd der ki: Hz. Ali (r.a.) sabah namazını kılarken haricîlerden birisi ona: «Andolsun ki, sana da, senden Öncekilere de vahyolunmuÅŸtur ki; eÄŸer Allah'a ortak koÅŸarsan şüphesiz amellerin boÅŸa gider ve muhakkak hüsrana uÄŸrayanlardan olursun.» (Zü-mer, 65) diye bağırmıştı. Hz. Ali susup onu dinledi, söylediÄŸini anladıktan sonra namazda iken ona şöyle cevab verdi: «Sabret, şüphesiz ki Allah'ın va'di haktır. Yakînen inanmayanlar seni hafifliÄŸe itmesinler,» Bu olayı îbn Cerîr ve îbn Ebu Hatim rivayet etmiÅŸlerdir. BaÅŸka bir kanaldan haberi rivayet eden İbn Cerîr der ki: Bize İbn Vekî'nin... Ali ÃŽbn Rabîa'dan rivayetinde o, şöyle anlatmış: Hz. Ali sabah namazında iken haricîlerden bir adam ona nida edip: «Andolsun sana da, senden öncekilere de vahyolunmuÅŸtur ki; eÄŸer Allah'a ortak koÅŸarsan şüphesiz amellerin boÅŸa gider ve muhakkak hüsrana uÄŸrayanlardan olursun.» (Zü-mer, 65) demiÅŸti. Hz. Ali namazda olduÄŸu halde ona şöyle cevab verdi: «Sabret, şüphesiz ki Allah'ın va'di haktır. Yakînen inanmayanlar seni hafifliÄŸe itmesinler.» Hadîsin baÅŸka bir kanaldan rivayeti şöyledir: îbn Ebu Hâtim'in babası kanalıyla... İmrân İbn Zabyân'dan, önün da Ebu Tahyâ (Hakîm İbn Sa'd)dan rivayetinde o, şöyle anlatmış: Hz. Ali (r.a.) sabah namazı kılıyordu. Haricîlerden bir adam ona: «EÄŸer Allah'a ortak koÅŸarsan şüphesiz amellerin boÅŸa gider ve muhakkak hüsrana uÄŸrayanlardan olursun.» (Zümer, 65) diye nida etmiÅŸti. Hz. Ali namazda olduÄŸu halde ona: «Sabret, şüphesiz ki Allah'ın va'di haktır. Yakînen inanmayanlar seni hafifliÄŸe itmesinler.» diye cevab verdi.
Bu sûre-i şerîfe'nin fazileti ve sabah namazmda okunmasının müs-tehab olduğuna dâir rivayet edilen hadîs:
İmâm Ahmed der ki: Bize Muhammed İbn Cafer'in... Ebu Ravh'-dan rivayetine göre; o, Hz. Peygamber (s.a.)in ashabından birisinden şöyle rivayet ediyor: Allah Rasûlü (s.a.) onlara sabah namazı kıldırmış ve namazda Rûm sûresini okumuştu. Ancak sûrenin kırâetinde şaşırdı da: Bize Kur'an karıştırıldı, çünkü bazı kimseler bizimle beraber namaz kılıyorlar ama güzel abdest almıyorlar. Kim bizimle beraber namazda hazır bulunursa abdestini güzel alsın buyurdu. Hadîsin isnadı da metni de hasendir. Bu hadîste şöyle ğarîb bir sır ve haber var: Hz. Peygamber (s.a.) kendisine uyanların abdestinin eksikliğinden müteessir olurdu. Bu delâlet ediyor ki imâma uyanın namazı, imâmın namazına bağlıdır.
www.yaratilisgayesi.com